Av. Y. Dersim EKİNCİOĞLU
Bir süredir yaşanılan her doğa olayına hayret içinde tepki verme ve doğa olayları karşısında anksiyete geliştirme toplumun genel refleksi haline geldi. Kulağımızın aşina olduğu fakat bir zamanlar etkilerini tam olarak kestiremediğimiz ‘iklim değişikliği’ sonuçları itibariyle bu ifadeyi ‘iklim krizi’ olarak kavramsallaştırmamızı zorunlu kıldı.
İklim krizi her gün gezegenin farklı yerlerinde atipik doğa olaylarıyla yaşamlarımızı tehdit ederken aslında egemenliği devrettiğimiz devletlere de sorumluluk yüklüyor. Bu sorumluluğun kaynağı ilkel olarak ‘sözleşme teorisi’, hukuksal olarak anayasa ve uluslararası sözleşmeler.
‘Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı’
Anayasa madde 17, 56 ve AİHS madde 8’de ‘Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı’ tam da bu noktada bizler için güvencedir. Bu bağlamda devletler, iklim krizinin geri dönülmez ve yaşamlarımızı tehdit eder etkilerine karşı pozitif yükümlülükleri gereği ilgili önlemleri almalı, iklim krizinin etkilerini arttıracak iş ve eylemlerden kaçınmalıdır. Bu konuda Hollanda Yüksek Mahkemesi, Devletin küresel bir mesele dahi olsa kendi topraklarında imkanları çerçevesinde iklim değişikliğinin zararlarına karşı koruma sağlayacak önlemler alma yükümlülüğünde olduğunu vurgulamıştır (Urgenda v Hollanda Lahey §62).
Devletin rolü
Nitekim Anayasa’mızın 56. maddesinin gerekçesinde de (…) çevreyi koruyucu mevzuat kadar devlet denetiminin ve çevreyi koruyucu fiili tedbir ve faaliyetlerin de gerekli olduğu belirtilir. Bu kapsamda devletin, hem kirlenmenin önlenmesi hem de tabii çevrenin korunması ve geliştirilmesi için gereken tedbirleri alması ve uluslararası teamül haline gelmiş ihtiyatlılık ilkesi (Tatar v Romanya 67021/91 §120, Rio deklarasyonu Madde 15, Stockholm Sözleşmesi, BMİDÇS) gereğince iklim değişikliğinin yaratabileceği tehlikenin belirsizliklerini dikkate alması gerekir.
Yaşama hakkı ihlali
Bu bağlamda Türkiye’nin iklim değişikliği acil eylem planı hazırlayıp yürürlüğe koymadığı, kömürlü termik santraller açtığı ve yenilenebilir enerjiye dönmediği her gün ‘sağlıklı bir çevrede yaşama hakkımızı’ ihlal ettiği zorlama bir varsayım değil. yüksek mahkeme kararlarının hükmüdür (Verein KlimaSeniorinnen Schweiz ve Diğerleri v. İsviçre).
Değerli okuyucu bu yazıyı okurken, içten içe, bahsedilenlerin spekülatif olduğunu, var olan hakkımıza halel gelmesi için ciddi risk ve tehlikeye doğrudan maruz kalmamız gerektiğini düşünebilir. Fakat AİHM ‘basitçe’ özel yaşamın veya aile yaşamının nitelik ve kalitesini veya konutu keyif alarak kullanma şeklinde hukuksal çıkarın olumsuz etkilenmiş (Powel ve Rayner/ Birleşik Krallık ; 9310/81 Lopez ostra/ İspanya 16798/90) olmasını madde 8 anlamında ihlal sebebi saymıştır.
‘Doğal afet’ kavramı realiteden uzak bir kavramdır’
Dolayısıyla yağmurun sele dönüşüp evimizi ve canımızı tehdit etmesi, aşırı sıcakların sağlığımız üzerinde ciddi olumsuzluklar yaratması, basitçe ‘doğa olayı’ olarak ifade edilemeyecek, üzerinde ciddi ihmalkarlıkların bulunduğu bir süreçtir. Unutulmamalıdır ki ‘doğal afet’ kavramı realiteden uzak yapay bir kavramdır. Nitekim doğa olayı kendi içinde afeti taşımaz, doğa olayı önlem almamakla afete dönüşür.
Afet ve krizlere sürükleniyoruz
Devletlerin, iklim krizine karşı pozitif yükümlülüklerini yerine getirmeyerek karbon salınımını kontrol altına almamaları bizi ‘afetlere’ ve krizlere sürükleyecek, başta sağlıklı bir çevrede yaşama hakkımız olmak üzere, yaşam hakkımız, ayrımcılığa uğramama hakkımız ve mülkiyet haklarımız ihlal edilecektir.
Nihayet sözün özü bir şey yapmalı.
YORUMLAR