Fatma Polat
“her dil, içinde onu konuşanların ruhunu barındıran bir mabettir.”
Anadili bir kişinin doğduğunda herhangi bir dışsal öğrenme çabası olmadan içinde doğduğu toplumun günlük yaşamda kullandığı, sosyalleştiği, kültürel değerlerini yaşadığı sosyal ortamda doğalında öğrendiği dildir. Anadil hakkı bireysel olduğu kadar ait olunan topluluğun kolektif hakları kapsamındadır. UNESCO verilerine göre, dünyada 7 binden fazla dil konuşulmakta. Bu dillerin sadece 106’sı resmi dil statüsünde ve 2000 dil ise yok olma tehlikesi altında.
Bu tehlikeye dikkat çekmeye çalışan UNESCO 17 Kasım 1999 tarihinde 21 Şubat’ı Uluslararası Anadil Günü olarak ilan etmiş ve 2000 yılından bu yana da dünyada kültürel çeşitliliği ve çok dilliliği desteklemek amacıyla “Dünya Anadili Günü” olarak kutlanmaya başlamıştır. UNESCO tarafında yok olma tehlikesi altında olan dillerden biri de Türkiye’de en çok konuşulan üçüncü dil, benim de anadilim olan Zazaca’dır.
Ben Bingöl’ün bir köyünde dünyaya geldim. Türkçeyi ilkokula geçtiğimde öğrendim. Ailemde nenem dışında herkes Türkçe bilirdi ama evde konuşulmazdı. Okula başladıktan sonra sadece televizyonda duyduğum dili öğrenip konuşmam gerektiği anladım. Zorlu bir süreç oldu benim için. Ama çok sürmedi Türkçeyi kısa zamanda öğrendim. Tabi sınıfımdaki herkes benim kadar şanslı değildi. Öğrenemeyen birçok arkadaşım vardı ve derste Zazaca konuştukları an alay konusu olurlardı. Ama biz yine de tenefüslerde öğretmenlerimizden gizli kendi aramızda Zazaca konuşurduk. Çünkü Türkçe yabancıydı bize, biz birbirimizi Zazaca tanıyorduk.
Beş yılımız böyle geçti. Sonra ortaokula geçtik, şehir merkezindeydi okulumuz. Orada her şey çok farklıydı çünkü öğrencilerin ortak dili de tıpkı öğretmenlerimiz Türkçeydi. Bunu fark ettiğimizde hepimiz Türkçeyi en iyi şekilde konuşmaya çalıştık dışlanmamak için. Bir gün annemle çarşıda yürürken Zazaca konuştuğunda onu uyardığımı hatırlıyorum, Zazaca konuşması utandırmıştı beni. Çünkü Türkçe biliyordu ve biz köyde değildik. Bunlarla beraber çocukluğumda gördüğüm Zazaca rüyalar ve kurduğum Zazaca hayaller yok denecek kadar azalmıştı. Artık Türkçe düşünüyordum, hep öyleymiş gibi. Zazaca benim için sadece köyde konuştuğum bir dil haline gelmişti. Bunu ancak liseye geçtiğimde fark ettim. Bir sabah okulun duvarında Zazaca bir kitap buldum. İsmini şu an hatırlamıyorum ama bir şiir kitabıydı; ilk okumaya çalıştığımda hangi dil olduğunu anlamadım bile… Birkaç dakika sonra Zazaca olduğunu fark ettim. Ağaçların, kuşların, yolların, suyun hatta hayatın adı bile Zazaca yazılmıştı. O güne kadar Zazacanın sadece konuşulabilen bir dil olduğunu düşünüyordum. Sonrasında neden dilimi konuşmaktan utandığımla beraber birçok şeyin farkına vardım…
Bugün ben Zazacayı çok iyi derecede konuşuyor, orta seviyede okuyup yazabiliyorum ama ilkokuldaki kardeşim sadece anlıyor ve çok temel cümleleri konuşabiliyor. Halihazırdaki eğitim sistemi bize tek dilliliği dayatıyor ve aileler de çocuklarını birçok yönden korumak için okula başlamadan Türkçe öğretiyor. Artık köylerde de çocukların tamamı Türkçe ile büyüyor. Zazaca halk arasında yok denilecek kadar az konuşuluyor. Ve genellikle bunun sorumluluğu kadına yükleniyor. Yıllardır asimilasyona uğrayan Zazacanın oto-asimilasyonunun en büyük sebebi kadınlar olarak görülüyor. Karşılaştığım birçok ailede ‘Çocuklara neden Zazaca öğretmediniz?’ sorusunun cevabı hep hazır ‘Annesi öğretmedi.’ Evet, anne çocukla en çok iletişimde olan aile üyesi ama bu ne yazık ki sadece annenin konuşmasıyla çözülebilecek bir sorun değil. Öyle olsaydı eminim ki Zazaca bu kadar kötü bir durumda olmazdı. Anne zaten çoğunlukla aile içinde en az asimilasyona uğrayan ve anadili en aktif konuşan birey olduğu içi oto-asimilasyonun en pasif noktasında yer alıyor. Buna rağmen öğreten kişi hep erkek eksik olan ise kadın olarak görülüyor. Bu söylemin temelinde yine kadını olumsuz görülen bir durumun sebebi olarak görüp sorumluluktan kaçmak yatıyor. Kadına olan bakış açısı değişmedikçe binlerce yıldır dille arasındaki kopmaz bağ da buraya indirgenmeye devam edecektir.
Gelinen noktada şu anki durum baz alındığında dili korumak için en etkili yöntem; kanunlarla Zazacanın eğitim dili haline getirilip koruma altına alınmasıdır. Eğitimi alınan dil elbette ki daha sağlam ve kalıcı olacaktır. Bugün dernekler, vakıflar, kolektif çalışma yürüten grupların emeği kesinlikle çok değerli ama bu kadar ciddi bir asimilasyonun karşısında yürüttükleri çalışmalarının temelinde ‘Zazacanın eğitim dili olması’ olmadıkça yapılan çalışmalar dilin yok olmasının önüne geçemeyecektir. Bu yüzden bireysel ve kolektif çalışma yürüten herkesin ana gündemi ve çalışma motivasyonu bu doğrultuda olmalıdır.