5 C
Bingöl
Çarşamba, Mart 12, 2025

Doğanın Bilgeliği ve İnsanın Doğa ile Olan Dengesizliği

Emin Turhallı


Doğa, sonsuz bir döngü içinde yaşamı yenileyen ve besin kaynaklarını sürekli olarak üreten kusursuz bir sistemdir. Bu sistem içinde hayatta kalmak ve varlığını sürdürmek için mücadele eden milyonlarca canlı türü, doğanın çarkının bir parçası olarak yaşamlarını sürdürür. Hiçbir canlı, bu düzenin dışına çıkmayı ya da onu değiştirmeyi düşünmez. Ancak insan, doğanın nimetlerinden faydalanmayı akıl eden tek varlık olmasına rağmen, onu yönetmeyi ve korumayı başaramamıştır.

Doğadaki canlılar, birbirleriyle beslenerek dengeyi korur. Bitkiler toprağa kök salar, mikroorganizmalar toprağı işler, hayvanlar bu bitkilerle beslenir ve nihayetinde ekosistem içinde her şey bir döngü halinde devam eder. Bu süreç milyarlarca yıl boyunca kusursuz bir şekilde işledi. Ancak insan, önce doğanın sunduğu besinleri tüketti, sonra besinleri üreten canlılara yöneldi ve nihayetinde doğayı kendine yetmeyecek hale getirerek yok etmeye başladı. Örneğin, Amerika’da bir zamanlar 60 milyon kadar bizon yani bufalo yaşıyordu; insanlar bu hayvanları öldüre öldüre yok etme sınırına getirdiler. Güvercinler ha keza sayıları o kadar çoktu ki gökyüzünde uçtuklarında saatlerce ardı arkası kesilmiyordu. Ağaçlara konduklarında, sayılarının çokluğundan ağaçların dalları ağırlığına dayanamayıp kırılıyordu. Avrupalılar bölgeyi istila ettiğinde, bu kuşların yumurtalarına yöneldiler ve gemilerle bu yumurtaları Avrupa’ya taşıdılar. Hem yumurtaları tüketen hem kuşları avlayan bu insanlar, güvercin türlerinin sonunu getirdiler. Son kalan göçmen güvercinlerinden Martha isimli güvercin, 1 Eylül 1914 tarihinde Cincinnati Hayvanat Bahçesi’nde öldü.

Doğanın döngüsü zorlu olsa da her canlı bu zorlukları aşarak dengesini koruyabildi. Oysa insan, doğanın bilgeliğinden uzaklaşarak yapay bir sistem kurdu. Ne ilginçtir ki, bu sistem de doğanın döngüsüne benzemektedir: Güçlü olan güçsüzü vurdu, kazananlar daha fazlasına sahip olmak istedi, kaynaklar hızla tükenir ve sonunda büyük bir çöküş kaçınılmaz olur. Doğanın sunduğu bolluk içinde insan aç kalırken, doğayı tüketmenin sonucunda kendini de tüketmeye başlamıştır.

Bir Köyün Hikayesi

Çok uzaklarda bir ırmağın kıyısında bir köy vardı. Bu köyde insanlar huzur içinde yaşar, kimisi bahçesinde meyve yetiştirir, kimisi hayvan beslerdi. Ancak bazıları toprağı işlemeye, üretmeye pek önem vermemişti.

Zamanla köylülerin çocukları büyüdü. Bahçesi olan çocuklar bolca meyve yerken, bahçesi olmayan çocuklar onları sadece izlemekle yetiniyordu. Bir süre sonra bu çocuklar, gece herkes uyuduğunda meyve bahçelerine gizlice girip meyve hırsızlığı yapmaya başladılar. Meyve sahipleri bu durumu fark edince çareyi bahçelerine çit çekmekte buldu. Fakat çitler hırsızlığı durdurmaya yetmedi. Daha sonra tuzaklar kurdular, ama yine de fayda etmedi. Çocuklar, her türlü önleme rağmen bahçelerden meyve çalmaya devam ettiler.

Aileler duruma bir çözüm bulamayınca çocuklarını cezalandırmaya başladılar. Ancak cezalar da etkisiz kaldı. Son çare olarak köyün hocasına gidip akıl danıştılar. Hoca, hırsızlığın günah olduğunu anlattı, ama bu da çare olmadı. Köyde huzur kalmamıştı.

O sırada, doğayı iyi tanıyan bilge bir köylü, bu karmaşaya bir çözüm bulmak için harekete geçti. Tüm meyve ağaçlarının tohumlarını topladı, çeliklerini çoğalttı ve fidanlar yetiştirdi. Daha sonra, bahçesi olmayan tüm ailelere bu fidanları dağıttı. Yeni ağaçlar büyüdü, meyveler çoğaldı, bolluk içinde herkes meyveye doydu. O kadar çok meyve çoğaldı ki, ağaçların altı kimse meyvelerden geçemedi, bu meyveler ağaçların altında çürümeye bırakıldı.

O gün köylüler önemli bir ders aldı: Eksik olanı çoğaltmak, paylaşmak ve herkesin ihtiyaçlarını karşılamasını sağlamak en kalıcı çözümdü. İnsanlar doğayı tükettikleri için aç kalıyor, onu korumayı ve onunla uyum içinde yaşamayı bilmedikleri için bir türlü refaha ulaşamıyordu. Tıpkı meyvesiz ağaçları olan çocuklar gibi, açgözlülük ve paylaşmayı bilmemek insanlığı büyük bir çıkmaza sürüklüyordu.

İnsanlar da tıpkı bu köy gibi çözüm aramaya girdiler. İdeolojiler geliştirdiler, ama çare olmadı. İnançlarla yönetmeye çalıştılar, yine olmadı. Savaşlar çıkardılar, birbirlerini öldürdüler, ama çözüm bulamadılar. Oysa tek yapılması gereken şey çok basitti: Doğanın döngüsünü anlamak, onunla birlikte yaşamak ve ondan kopmamaktı.

Şu akıllı insan, bir gün gerçekten doğanın kendisiyle birlikte yaşaması gereken bir sistem olduğunu fark ederse, belki de o zaman dünya tekrar yaşanabilir bir yer olacak. Akıl, doğanın tamamlayıcısı olursa, insan kendi felaketini değil, kendi kurtuluşunu inşa edebilir.

İlginizi Çekebilir

- Reklam -

Son Haberler