17.4 C
Bingöl
Salı, Mayıs 13, 2025

Silahlı Mücadele Yöntemini Sonlandıran PKK’nin 47 Yıllık Tarihi

Haber Merkezi
Haber Merkezi
Dört dağ içinden bildiriyoruz.

Çewlik.net – Mayıs 2025’te kendini feshettiğini duyuran PKK’nin kökeni, Türkiye’de Kürt kimliğine yönelik baskıların yoğun olduğu bir döneme uzanıyor. 1960’lı yıllarda siyasal Kürt hareketi, Demokrat Parti iktidarının son dönemlerinde görünürlük kazandı. 1961 Anayasası’nın sağladığı göreli özgürlük ortamı, o zamanlar “Doğu Meselesi” olarak anılan Kürt meselesini gündeme taşıdı.

Doğu Mitingleri ve DDKO

1967 yılında bölgede uygulanan baskılara karşı yapılan mitingler, Kürt kimliğine dair kitlesel bilincin oluşmasına zemin hazırladı. Diyarbakır, Silvan, Batman, Dersim, Siverek, Ağrı, Erzurum ve Ankara’da Türkiye İşçi Partisi (TİP) öncülüğünde düzenlenen bu gösteriler, Kürtlerin cumhuriyet döneminde gerçekleştirdikleri ilk büyük demokratik hak arayışları arasında yer aldı.

Bu mitingler, sadece protesto amacıyla değil, aynı zamanda siyasal ve kültürel taleplerin açıkça dile getirildiği bir platforma dönüştü. 1960’ların sonlarına gelindiğinde ise bu hareketlenme daha kurumsal bir yapıya büründü. 1969 yılında Kürt öğrenciler, Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) adlı oluşumu kurdu. Abdullah Öcalan’ın da faaliyetlerinde yer aldığı ve başlangıçta Ankara ve İstanbul gibi büyük şehirlerde faaliyet gösteren DDKO, kısa süre içinde Diyarbakır, Batman, Ergani, Silvan ve Kozluk gibi Kürt illerinde de şubeler açarak örgütlendi.

DDKO, Türkiye İşçi Partisi’nin sol çizgisine yakın bir yapıdaydı. 1967’de Kürtçe yayınlara dair yasaklar içeren bir kararnameyi kınayarak kültürel hak taleplerini açıkça savundu. Köylülerin taleplerine yer veren yayınlar yaptı ve Kürt kimliği ile ilgili toplantılar düzenledi.

Ancak bu faaliyetler uzun soluklu olamadı. Ekim 1970’te birçok DDKO üyesi tutuklandı ve Mart 1971 askeri muhtırasından sonra örgüt yargılandı ve kapatıldı.

PKK’nin Örgütlenme Süreci

1974 yılında Ankara’da kurulan Demokrat Yükseköğrenim Derneği’nde aktif olan Abdullah Öcalan, ilerleyen yıllarda PKK’nin kurucusu oldu.

27 Kasım 1978 gecesi, Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Fis köyünde, Abdullah Öcalan’la birlikte bir grup genç, sadece bir örgütün değil, bir dönemin kaderini etkileyecek kararlara imza attı.

Bu toplantıda, o döneme kadar “Apocular” olarak bilinen yapı, adını Kürdistan İşçi Partisi (PKK) olarak değiştirdi. Toplantı, örgütün ilk kongresi olarak kabul edildi ve burada kabul edilen “Kuruluş Bildirgesi” ile yeni bir dönemin başladığı ilan edildi.

Lider Kadro ve İlk Adımlar

Toplantıda Abdullah Öcalan “Başkan” sıfatıyla örgütün yönünü belirleyen isim oldu. Cemil Bayık, Mehmet Karasungur, Mazlum Doğan, Şahin Dönmez, Mehmet Hayri Durmuş ve Kesire Yıldırım gibi isimler, yönetim kadrosunda yer aldı.

Suriye’ye Geçiş

Mayıs 1979’da Elazığ’da PKK üyelerinin tutuklanması üzerine Öcalan, bir kaçakçının yardımıyla sınırı yürüyerek Temmuz 1979’da Suriye’ye geçti.

Bu dönemde aynı zamanda Kürt gençliği arasında siyasal değişimin belirtileri de gözle görülür hale geldi. 1979’da millî güvenlik bilgisi dersi öğretmenliği yapan subayların Genelkurmay’a sunduğu bir raporda, Diyarbakır’daki liselerde öğrencilerin kendilerini ayrı bir halk olarak tanımladığı, “Kendi savaşımız olursa katılırız” gibi ifadelerle devlet kurumlarına yönelik güvensizliklerini dile getirdiği aktarılıyordu. Okullarda Kürtçe sloganların yazılması, derslerin boykot edilmesi ve öğretmenlerin tehdit edilmesi gibi olaylar, toplumsal fay hatlarının büyüdüğüne işaret ediyordu.

1980 Darbesi ve Diyarbakır Cezaevi

(12 Eylül Darbesi’nden sonra 17 yaşında idam edilen Erdal Eren)

12 Eylül 1980 darbesi, sadece PKK değil, tüm sol hareketler için bir kırılma yarattı. Öcalan, darbeden önce Suriye’ye geçmişti, ancak Türkiye’de kalan PKK üyeleri yakalanarak cezaevine gönderildi. Diyarbakır Cezaevi, bu dönemde ağır işkence ve kötü muameleyle anılır oldu.

Mazlum Doğan’ın 1982 Newroz’unda cezaevinde kendini yakarak hayatına son vermesi, örgüt içinde sembolik bir kırılma yarattı. Cezaevinde yaşananlar, örgüte katılımların artmasına yol açarken, tahliyeler başladığında PKK ideolojik olarak daha sertleşmiş, askeri olarak da örgütlenmiş bir yapıya dönüşmüştü.

(Diyarbakır Cezaevi’ni anlatan ’14 Temmuz’ filminden görüntü)

Bekaa Vadisi ve Bölgesel Destek

Bu yıllarda örgüt, Suriye kontrolündeki Lübnan’ın Bekaa Vadisi’nde Filistinli gruplardan eğitim aldı. 1981’de Helve kampında ilk büyük konferans yapıldı.

Örgüt ayrıca Mesut Barzani ile anlaşarak şu anki Irak Federe Kürdistan Bölgesi’nde kamp kurma kararı aldı.

1984: Silahlı Çatışmanın Başlangıcı

15 Ağustos 1984’te PKK, Şemdinli ve Eruh’ta düzenlediği baskınlarla silahlı çatışma sürecini resmen başlattı.


(Sağ en başta Mahsun Korkmaz ve arkadaşları)

PKK, bu saldırılarla ilk kez büyük ölçekli silahlı çatışmalar zincirini başlatıyordu. Hedef, askeri birlikler ve güvenlik noktalarıydı.

Dağlar Kadar Uzak, Evler Kadar Yakın: 1987–1990

19 Temmuz 1987’de Bingöl, Diyarbakır, Elazığ, Hakkari, Mardin, Siirt, Dersim ve Van illerinde olağanüstü hal bölgesi ilan edilmesi ve Adıyaman, Bitlis ve Muş illerinin komşu il (Mücavir İl) olarak ilan edilmesiyle yeni bir dönem başladı. Böylelikle Güneydoğu Anadolu bölgesi, güvenlik politikalarının yoğunlaştığı bir bölge hâline geldi. Her geçen gün artan çatışmalar, devletin ve halkın gündelik yaşamına doğrudan etki eder oldu. Sadece sınır köylerinde değil, Diyarbakır, Batman, Mardin, Hakkâri, Siirt gibi illerin merkezlerinde de siren sesleri, çatışma haberleri ve yas tutan aileler bölgenin rutini haline geldi.

Propaganda, Siyaset ve Şehir Eylemleri

1989 ve 1990 yılları, PKK’nin sadece kırsalda değil, şehirlerde de etkin olmak istediği bir dönemdi. 1990’da Öcalan’ın talimatıyla şehirlerdeki yapılanmalar güçlendirildi.

Bu dönem, örgütün “siyasallaşma” ile “silahlı mücadele” arasında gidip geldiği bir evreydi. Toplumun farklı kesimleri, bu iki yönelimin yarattığı ikilemle yüzleşmek zorunda kaldı. Bir yanda halk nezdinde artan destek, diğer yanda çatışmaların getirdiği ağır bedeller vardı.

1993 Baharı ve Ateşkes Arayışı

1993 yılı, çatışmaların zirveye ulaştığı, aynı zamanda çözüm için ilk umutların da filizlendiği bir yıldı. Turgut Özal’ın cumhurbaşkanlığı döneminde Kürt meselesine daha yumuşak bir yaklaşımın işaretleri verilmişti. Kürt kimliğinin tanınmasına dair açıklamalar yapılıyor, Kürtçe konuşma üzerindeki yasakların gevşetilmesi gündeme geliyordu. Aynı dönemde PKK, tek taraflı bir ateşkes ilan etti. Bu, silahlı mücadelenin dışında bir kanal açma isteğiydi.

Ancak bu umut, çok kısa sürdü. 17 Nisan’da Özal’ın ani ölümü, ardından Bingöl’de 33 askerin öldürülmesiyle süreç sarsıldı. Çatışmalar yeniden başladı. Hem devletin güvenlik aygıtı hem de örgüt, yeniden sertleşti. Halkın gözünde ateşkes ihtimali bir kez daha “boşa çıkan bir deneme” olarak kaldı.

Sivillerin Ortasında Büyüyen Yangın

1993-95 yılları arasında köy boşaltmaları ve zorunlu göçler kitlesel hale geldi. Devletin köy koruculuğu sistemiyle silahlandırdığı siviller ile örgüt arasında çatışmalar büyüdü. Topraklarından koparılan on binlerce aile, şehirlerin kenar mahallelerine yığıldı. Göç, sadece mekânsal değil; kimlik, aidiyet ve gelecek algısını da dönüştürdü.

İdeolojik Değişim ve Yeni Söylemler

Öcalan bu süreçte, PKK’nin temel ideolojik çizgisini gözden geçirdi. Marksist-Leninist bağımsız devlet fikrinden uzaklaştı. Yerine “demokratik konfederalizm”, “demokratik özerklik” ve “Türkiye sınırları içinde bir çözüm” gibi kavramlar yerleşmeye başladı.

Parti söyleminde Kürt devleti yerine, çok kimlikli bir Türkiye’de yerel yönetimlerin güçlendirildiği bir sistem savunulmaya başlandı. Aynı zamanda kadınların rolü de örgütsel düzeyde dönüştü. Kadınların erkeklerle aynı birimlerde görev aldığı, hatta bazı askeri birimlerin yalnızca kadınlardan oluştuğu duyuruldu. Cinsiyet eşitliği vurgusu, örgütün söyleminde öne çıkan unsurlardan biri haline geldi.

Uluslararası Alanda Sıkışma ve Diplomatik Baskı

Bu yıllar aynı zamanda, PKK’nin Avrupa’daki varlığına ve dış desteklerine karşı uluslararası baskıların arttığı bir dönemdi. Türkiye, Avrupa ülkeleriyle yürüttüğü diplomatik görüşmelerde örgütün faaliyetlerine karşı önlem alınmasını talep etti. Bazı ülkelerde PKK’nin ofisleri kapatıldı, yöneticilerine yönelik yasal işlemler başlatıldı.

Bu baskıların merkezinde bir isim vardı: Abdullah Öcalan.

1998: Suriye’den Çıkış

1998 yılında Türkiye’nin, Suriye’ye yönelik diplomatik baskısı keskinleşti. PKK’nin Suriye’deki varlığı, MİT raporlarında açıkça belirtiliyor; Türkiye, Şam yönetiminden Öcalan’ın sınır dışı edilmesini talep ediyordu. Türkiye’nin askeri müdahale sinyalleri vermesi üzerine Suriye, Ekim 1998’de Adana Mutabakatı ile PKK’ye verdiği desteği sonlandırmayı kabul etti. Öcalan ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.

15 Şubat 1999: Öcalan Türkiye’ye Getirildi

Öcalan, Suriye’den ayrıldıktan sonra Rusya, İtalya ve Yunanistan üzerinden çeşitli ülkelere sığınmaya çalıştı. Ancak diplomatik baskılar her gittiği kapıyı kapattı. Son olarak, Kenya’da, Yunanistan’ın Nairobi Büyükelçiliği’nden ayrıldığı sırada MİT ve CIA iş birliğiyle düzenlenen operasyonla 15 Şubat 1999’da yakalandı ve Türkiye’ye getirildi.

Bu yakalanma, sadece PKK için değil, Kürt siyasi hareketi açısından da bir dönüm noktasıydı.

1999: İmralı Süreci

Öcalan’ın yargılanması büyük ses getirdi. Abdullah Öcalan İmralı Adası’nda bulunan yüksek güvenlikli cezaevine konuldu. PKK, Eylül 1999’dan itibaren tek taraflı ateşkes ilan etti. Binlerce PKK’li, sınır dışına çekildi. Bu süreçte Türkiye’nin doğusunda görece çatışmasız bir dönem yaşandı.

Kürtlerin Demokratik Mücadele Arayışı

2005 yılı, Kürt siyasi partilerinin yeniden güç kazanmaya başladığı yıl oldu. Kürt siyasetinin yeni aktörü olarak Demokratik Toplum Partisi (DTP) kuruldu. DTP, çözümün parlamentoda aranması gerektiğini savundu. Parti, 2007 genel seçimlerinde bağımsız adaylarla meclise 22 milletvekili sokmayı başardı.

Ancak aynı dönemde DTP üzerindeki kapatma baskısı büyüdü. PKK ile ilişkilendirilen her siyasi yapı, hem yargı hem medya üzerinden hedef haline getirildi. 2009 yılında Anayasa Mahkemesi, DTP’yi “terörle ilişkisi” gerekçesiyle kapattı. Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk gibi isimler siyasi yasaklı ilan edildi.

‘Çözüm İçin Demokratik Özerklik’

Bu yıllarda Öcalan, İmralı’dan düzenli mesajlar göndermeye başladı. Kürt sorununun çözümüne dair öneriler geliştiriyor, kitaplar yazıyor, anayasa reformu çağrıları yapıyordu. Bu çağrıların merkezinde “demokratik özerklik” modeli vardı.

Bu modele göre; Türkiye üniter yapısını korurken, yerinden yönetim güçlenecek, anadil eğitimi, yerel meclisler ve kültürel haklar anayasal güvenceye alınacaktı.

Uluslararası Alanda Meşruiyet Arayışı, İçerde Çözüm Umudu

Bu süreçte PKK, hem Avrupa’da hem Ortadoğu’da diplomatik meşruiyet kazanma yönünde adımlar attı. Brüksel ve bazı Avrupa başkentlerinde sivil toplum kuruluşları aracılığıyla siyasi  faaliyetler yürüttü. Avrupa Konseyi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi kurumlarda, Kürt sorununun siyasi çözümüne dair raporlar gündeme geldi.

2000’li yılların ikinci yarısı, her şeye rağmen çözüme dair kapıların aralık olduğu, siyasetle şiddetin aynı anda sahada olduğu dönemdi. Ne silahlar tamamen sustu, ne barış tamamen konuşabildi.

Bir Ara Durak: Çözüm Sürecine Giden Yolun Taşları

1999–2009 arası, Kürt siyasi hareketi için yeniden yön arayışının, PKK açısından ideolojik dönüşümün, Türkiye için ise çözüm ihtimalini hep yakın ama ulaşılmaz tuttuğu bir dönemdi. Devletin güvenlik politikaları ile sivil çözüm arasında gidip gelmesi, halkın güvenini kırarken; örgütün silah bırakma konusundaki belirsizliği de barış umutlarını zayıflattı.

Yine de bu yıllar, 2013’te başlayacak olan çözüm sürecinin zeminini hazırlayan, karşılıklı tanınma ve siyasal muhataplık kavramlarının tartışıldığı yıllardı.

Sessiz Bir Masa: Oslo Görüşmeleri (2009–2011)

2009 yılında Türkiye devleti ile PKK arasında gizli müzakereler başladı. Görüşmeler Norveç’in başkenti Oslo’da yapıldığı için literatüre “Oslo Süreci” olarak geçti. MİT Müsteşar Yardımcısı Hakan Fidan ile PKK’nin Avrupa’daki üst düzey temsilcileri arasında gerçekleştirilen bu temaslar, PKK tarihinde ilk kez Türk devletinin resmi temsilcileriyle yapılan müzakerelere sahne oluyordu.

Görüşmelerde Öcalan’ın rolü de kritik oldu. İmralı’dan yazdığı mektuplar üzerinden hem örgütü yönlendirdi hem de devlete çözüm önerilerini iletti. Bu süreçte Öcalan’ın yol haritası şu şekildeydi: Silahların bırakılması, anadilde eğitim, siyasi temsiliyet ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi.

Ancak bu süreç, kamuoyuna açık yürütülmedi. 2011’de görüşmelere ait ses kayıtlarının sızması, süreci bir anda durma noktasına getirdi. Oslo süreci sonlandı ama bu deneyim, ileride kurulacak açık müzakere zemininin habercisi oldu.

‘Demokratik Açılım’ ve Roboski

2009’da devlet, “demokratik açılım” ya da “Kürt açılımı” adıyla yeni bir süreç başlattı. Kürtçe yayın yapan TRT 6 kuruldu. Bazı yasaklar gevşetildi, Kürtçe kurslar açıldı, cezaevinde anadil görüşme hakkı gündeme geldi. Ancak bu dönemde yaşanan en büyük kırılma, 28 Aralık 2011’de Şırnak’ın Uludere ilçesinin Roboski köyünde  34 sivilin hava operasyonuyla hayatını kaybetmesi oldu.

Sınır hattında kaçakçılık yapan sivillerin PKK’li denilerek hedef alınması, Kürt kamuoyunda büyük bir travmaya yol açtı. Devletin “istihbarat hatası” açıklaması, acıyı dindirmedi. Bu olay, müzakere arayışlarının kamu vicdanında sorgulanmasına neden oldu.

2013: Ateşin Söndüğü, Umutların Yeşerdiği Yıl

Yıl 2013. PKK’nin tarihinde ilk kez Öcalan, Newroz’da kamuoyuna açık bir mektup gönderdi. Diyarbakır’da yüz binlerin önünde okunan mektupta şu ifadeler vardı:

“Artık Silahlar Sussun, Fikirler Konuşsun Noktasındayız.”

Bu, hem PKK’nin ateşkes ilanı hem de barış sürecinin resmen başlaması anlamına geliyordu. Aynı yıl içerisinde örgüt, sınır dışına çekilmeye başladı. Devlet ise çözüm sürecini yasal güvence altına almak için “Çözüm Süreci Yasası”nı çıkardı.

11 Temmuz’da TBMM’den Cumhurbaşkanı onayına gönderilen çözüm süreci ile ilgili kanun 15 Temmuz’da dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanarak “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun” adıyla Resmî Gazete’de yayınlanarak yasalaştı.

Hükûmetin çözüm süreci kapsamında aşağıdaki hususlarda gerekli çalışmaları yürüteceği bu kanunla belirlendi;

  • Terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesine yönelik siyasi, hukuki, sosyoekonomik, psikolojik, kültür, insan hakları, güvenlik ve silahsızlandırmaalanlarında ve bunlarla bağlantılı konularda atılabilecek adımların belirlenmesi.
  • Gerekli görülmesi hâlinde, yurt içindeki ve yurt dışındaki kişi, kurum ve kuruluşlarla temas, diyalog, görüşme ve benzeri çalışmalar yapılmasına karar verilmesi ve bu çalışmaları gerçekleştirecek kişi, kurum veya kuruluşların görevlendirilmesi.
  • Silah bırakan örgüt mensuplarının eve dönüşleri ile sosyal yaşama katılım ve uyumlarının temini için gerekli tedbirlerin alınması.
  • Kamuoyunun doğru ve zamanında bilgilendirilmesinin sağlanması.

Süreçte HDP heyetleri, İmralı’ya giderek Öcalan ile doğrudan temas kuruyor; Kandil ve devlet arasında mekik diplomasisi yürütüyordu. Toplumun birçok kesimi ilk kez barışa bu kadar yaklaşıldığını hissetti.

Dolmabahçe Mutabakatı

28 Şubat 2015 tarihinde HDP heyeti ve hükümet yetkilileri İstanbul Dolmabahçe Sarayı’nda bir araya geldi. Ortak bir açıklama yapıldı. Buna göre Öcalan’ın çağrısıyla PKK’nin olağanüstü kongre toplayarak silahlı mücadeleyi bırakması bekleniyordu.

“Demokratik siyaset, yerinden yönetim, kadın özgürlüğü, kimlik hakları” gibi 10 maddelik bir çerçeve ilan edildi. O gün, Türkiye tarihinde ilk kez Kürt sorununun çözümüne dair açık, resmî bir metin okunmuş oldu.

Ancak süreç, bu sefer siyasetin iç dinamiklerinde boğulacaktı.

Haziran 2015 Seçimleri: Oylar, Korkular, Kırılmalar

7 Haziran 2015 seçimlerinde HDP, tarihî bir başarı elde ederek %13 oyla meclise girdi. Bu sonuç, AK Parti’nin tek başına iktidar olmasını engelledi. Ancak seçimlerin hemen ardından siyasi belirsizlik büyüdü, hükümet kurulamadı, ardından yeniden seçim kararı alındı.

Bu arada çözüm süreci de askıya alındı. Dolmabahçe Mutabakatı Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından “devleti bağlamaz” diyerek reddedildi. Kandil’den gelen açıklamalar ise ateşkesin bitme noktasına geldiğini gösteriyordu.

Sur, Cizre, Silopi ve Hendek Çatışmaları (2015–2016)

Temmuz 2015’te Suruç’ta IŞİD tarafından düzenlenen saldırıda 33 genç yaşamını yitirdi. Ardından Ceylanpınar’da 2 polis evlerinde öldürüldü. Devlet bu saldırılardan PKK’yi sorumlu tutarak hava operasyonlarına başladı. Böylece 2013’te başlayan çözüm süreci fiilen sona erdi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan,”Çözüm sürecini buzdolabına koyduk, şimdi operasyon zamanı” dedi.

Aynı yılın sonbaharında, Sur, Cizre, Silopi, Nusaybin gibi şehir merkezlerinde barikatlar kuruldu, hendekler kazıldı. Bu alanlarda “öz yönetim” ilan edildi.

Devletin bu olaylara karşı cevabı sokağa çıkma yasakları, toplu operasyonlar, şehir merkezlerinde tankla müdahale, hem insan kayıplarına hem de şehirlerin büyük yıkımına neden oldu. Binlerce sivil evsiz kaldı, binlercesiyse yaşamını yitirdi.

2016’ya gelindiğinde, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, çözüm süreci tümüyle sona erdi. Barışa dair umutlar yerini kutuplaşmaya, demokratik siyaset alanının engellenmesine bıraktı. HDP Eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile çok sayıda tutuklandı, belediyelere kayyım atandı, Kürt meselesi yeniden yalnızca güvenlik politikalarının konusu haline geldi.

Yeni Bölgesel Gelişmeler ve İçe Kapanma

2020 sonrası dönemde, PKK’ye karşı askeri baskı artarken, Kürt meselesi artık doğrudan konuşulmaz hale geldi. Devlet açısından mesele, tamamen terörle mücadele konseptine oturtuldu. Örgütün İran-Irak-Suriye ekseninde hareket alanı daraltıldı, SİHA teknolojisi ile “nokta operasyonlar” düzenlendi.

İçerde de, barış ya da müzakere kavramı adeta siyasi lugattan silindi. Kürt meselesi, yalnızca güvenlik konseptinin konusu haline geldi. Kürt kimliği, haklar, dil, kültür gibi başlıklar, çözüm masası yerine mahkeme salonlarının konusu oldu.

2016 sonrası süreçte, Kürt meselesi konuşulmadı ama herkes bir biçimde onunla yaşamaya devam etti.

1 Ekim 2024: Meclis Sıralarında Uzatılan El

Barışın bir daha nasıl konuşulacağı akıllarda soru işareti olarak dururken 1 Ekim 2024’te yeni yasama yılının açılışı sırasında MHP lideri Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına giderek eş genel başkanlarıyla tokalaşması gündemi bir kez daha değiştirdi. Bu adım Türkiye’de Kürt sorununa dair yeni bir çözüm sürecinin başlangıcı olarak değerlendirildi. Bu adım, geçmişteki çözüm süreçlerinden farklı olarak, daha geniş bir siyasi mutabakat arayışının işareti olarak yorumlandı.

İmralı ile Temas ve Öcalan’ın Mesajı

Bahçeli’nin, Abdullah Öcalan’a yönelik “Meclis’te konuşma yapma ve örgüte silah bırakma çağrısı yapma” daveti, sürecin ciddiyetini artırdı. Bu çağrının ardından, İmralı Heyeti üyesi Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan, İmralı’da Abdullah Öcalan ile görüştü. Görüşme sonrası Öcalan, “Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” mesajını iletti. Heyet 27 Şubat’ta Öcalan’ın örgüte silah bırakma ve örgütün kongresini toplayarak fesih çağrısında bulunduğunu kamuoyuna duyurdu.

PKK Öcalan’ın çağrısının hemen ardından 1 Mart’ta ateşkes ilan ettiğini duyurdu.

Ardından 9 Mayıs’ta yaptığı duyuruyla da 5-7 Mayıs tarihlerinde 12’inci kongresini gerçekleştirdiğini açıkladı.

PKK Sonuç Bildirisi Açıklandı: PKK Adıyla Yürütülen Çalışmalar Sonlandırıldı

12 Mayıs’ta ise kongrede alınan kararlar kamuoyuyla paylaşıldı. 27 Kasım 1978’de kurulan PKK, 7 Mayıs 2025’te kendini feshettiğini duyurdu.

232 delegenin katıldığı kongrede, örgütün mevcut yapısının feshedildiği ve silahlı mücadele yönteminin sona erdirildiği açıklandı. Kongre Divanı tarafından yapılan açıklamada, “PKK adıyla yürütülen çalışmalar sonlandırıldı” ifadelerine yer verildi.

Kongrede alınan kararların, Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat 2025’te yaptığı çağrı doğrultusunda şekillendiği belirtildi. Sonuç bildirgesinde, “PKK mücadelesi, Kürt sorununu demokratik siyaset yoluyla çözme noktasına getirmiştir” değerlendirmesi yapıldı.

Örgüt, 1978’den bu yana süren faaliyetlerinin ardından “tarihi misyonunu tamamladığını” duyurdu. PKK’nin feshedilmesi ve silahlı mücadelenin sona erdirilmesi kararının, “demokratik siyaset dönemine geçişin” bir parçası olduğu vurgulandı.

Bildiride, “Demokratik çözüm sürecinin” yürütülmesi için Abdullah Öcalan’ın aktif rol alması gerektiği ifade edildi. Sürecin sağlıklı ilerleyebilmesi için yasal güvence ve demokratik siyaset hakkının tanınmasının önemi vurgulandı. (Kaynak)

İlginizi Çekebilir

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

- Reklam -

Son Haberler