16 C
Bingöl
Perşembe, Mayıs 22, 2025

Bedava Hayattan, Kıtalararası Ticarete


Yarım asır önceydi… Evimizin önünde, bizim “Dara Ver Ber” adını verdiğimiz koca bir ceviz ağacı vardı. Dallarını göğe açmış, her sabah köyün üzerine güneş inince yapraklarını havaya kaldırır, sanki güneşe el sallar gibi yapardı. Köyde nice ulu ağaçlar vardı ama Dara Ver Ber yalnızca büyüklüğüyle değil, ceviziyle, ince kabuğuyla ve tadıyla dillere destandı. İncecik kabuğu ve doyumsuz lezzetiyle köy halkının gözbebeğiydi.

Büyükler anlatırdı: Öyle senede bin, on bin ceviz değil… Kimi yıllar yüz bin cevizi olurdu. Dara Ver Ber, tek başına otuz ağaca bedeldi. Ceviz ağaçları köyde paylaştırılınca, Dara Ver Ber tam otuz ağacın payına rahmetli amcam Salih’in oldu. En kıymetli dostlara, akrabalara Dara Ver Ber’in cevizi hediye edilir, diğer cevizlerin iki katı fiyata satılırdı. Önceleri köyde hazine malı sayılan ceviz ağaçları her yıl tüccarlara ihale edilirdi. Kim alırsa alsın, Dara Ver Ber’in cevizi mutlaka kaymakam pazarlığına kalırdı.

Köye çerçiler gelir, eşek sırtında çevre köylere satacak tüm satış eşyalarını taşırdı. Bir evin kap kacak eşya ihtiyacı, bir sepeti doldurmazdı. Çerçiler geldiği gibi eşyalarını eşeklerin sırtından indirir, Dara Ver Ber’in gölgesine oturur, eşyalarını köylüye satardı. Çocuklara sakız, şeker, bisküvi verir; ceviz karşılığında tabak, kaşık, tepsi takas edilirdi. Eskimiş naylon terlik, ayakkabı, alüminyum, bakır kaplar para ederdi ama asıl kıymetli olan cevizeydi. Bu kadar eşyayı eve koyacak diye dağlar delinmez, bozulmaz, yollar yapılmaz; doğa tahrip edilmezdi. O zaman eşya bir ihtiyaçtı, sus eşyası değildi. Yine o zamanlarda toplumun yüzde 85’i köylerde yaşardı.

Sonbahar geldiğinde, ceviz zamanı Dara Ver Ber’in altı Melik Ahmet Caddesi’ni andırırdı. Katır sahipleri kiralarını yükseltir, alan memnun, satan memnun, bir bereket havası eserdi. Şireci mahsulünü yapar yapmaz Dara Ver Ber’in altına gelir, pestil, pekmez, sucuk, cevize takas edilirdi. Herkes doğanın döngüsüne, ağaçların bol bereketine minnettardı.

Gel zaman git zaman… Memleket bir alev topuna döndü. Ağaçlara sarı toz zehiri serpildi. Kim ne derse desin, doğa canından oldu. Köyler boşaldı, insanlar uzak diyarlara göç etti. Geri döndüğümüzde ceviz ağaçları yarıya kadar kurumuştu. Her yıl ağaçlar biraz daha soldu. Köylü, ağaçların elden gideceğini anlayınca kesip sattı. Doğanın dengesi bozuldu. En büyük yara ceviz ağaçlarında, yaban arılarında ve köylünün yüreğinde açıldı.

Ceviz ağaçları kurudu, arılar bal yapamaz oldu. Köyden göç eden nice insan kanserle mücadele etti ve çoğu o hastalıkla hayata veda etti. Bal artık doğadan değil, market raflarından alınıyor. Ülke ceviz ihtiyacını kıtalardan ithal ederek karşılamaya çalışıyor. Ama o ceviz, bizim Dara Ver Ber’in cevizi değil. Çamaşır suyunda yıkanmış gibi tatsız. Tohumu ekersen yeşermez. Bir zamanlar emeğe, teknolojiye, enerjiye ihtiyaç duymadan kendi kendine yetişen, meyve veren ağaçların sağladığı bedava, sağlıklı bir döngü vardı. Bugün ise ceviz, altı ay gemi yolculuğuyla, on yedi saatlik uçak mesafesiyle uzak yerlerden geliyor.

Enerji satıyorlar, ceviz satıyorlar, ardından “Enerji ihtiyaç” diye doğanın kaynaklarını tüketiyorlar. “Bu dağlar ne işe yarar?” deyip maden şirketleriyle dağları taşıyor, uzak diyarlara gönderiyorlar. Ceviz veren ağaç mobilya oldu, su şişeye girdi. Toprak vagonlara yüklenip maden diye satıldı. Sonra telefon, televizyon, kablo olarak geri döndü.

Eskiden uzun kış gecelerinde televizyon, telefon bilmezdik. Masallar anlatılır, soba başında mutluluk bulunurdu. Bugün enerji konuşulurken hâlâ benim aklıma Dara Ver Ber gelir. Bir zamanlar köylünün geçim kaynağı olan ağaç ve ceviz ağaçları şimdi kıtalararası ticaretin konusu. Tereciye tere satıyorlar. Maden bahanesiyle dağı taşı deliyorlar. Savaşın silahını, hastanın ilacını, vatandaşın gıdasını, giysisini, makinesini hep aynı şirketler üretiyor, aynı eller satıyor.

Enerjiye ihtiyaç yokken, bu ihtiyacın sonradan yaratılması… Oysa emeğe, teknolojiye ihtiyaç duymadan kendi kendine meyve veren ağaçların sağladığı bedelsiz bir hayat vardı.
Bir avuç insanın doğayı tahrip ederek bizi o cevizi bile satın almak zorunda bırakması… Ve tüm bunların sonunda yoksula açlığı, kuraklığı ve iklim değişikliği felaketine maruz bırakması akıl kârı değil.

Bir zamanlar kuşların ötüşü, arıların vızıltısı, koyunun melemesi, akan pınarın sesi, ot ve çiçeğin büyüme sesiyle dolu ahenkli bir köy hayatının yerinde şimdi kıtalararası ceviz taşıyan kargo uçaklarının sesi var.

Biz burada;
Enerjinin gerçek anlamda ihtiyaçtan değil, kazançtan dolayı gerekli hale getirildiğine inanıyoruz.
Ve biz hâlâ “Bu dağlar ne işe yarar?” diyenlere,
“Bir zamanlar Dara Ver Ber vardı.” demeye devam ediyoruz.

İlginizi Çekebilir

- Reklam -

Son Haberler