Bir fotoğraf… Kimi zaman bir nesil boyunca anlatılacak siyasal tartışmaları, onlarca akademik eserin kurmaya çalıştığı teorileri, saatler süren meclis konuşmalarını tek bir karede özetler. 1 Ekim 2025’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yeni yasama yılı açılış resepsiyonunda çekilen ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile DEM Parti heyetini yan yana, tebessümle kayda alan fotoğraf da böyle bir kareydi. Bir yanda devletin kurumsal ağırlığını temsil eden Erdoğan, diğer yanda tarihsel hafızası baskı, yasak ve kayıplarla örülmüş bir halkın siyasal temsilcileri. Büyük tartışmalara neden olan fotoğraf Türkiye’nin yüzyıllık çatışma tarihinde çok daha derin anlamlar taşıyor.
Fotoğraf yayıldığı andan itibaren farklı kutuplardan yükselen tepkiler, aslında Türkiye’nin barış ve çatışma deneyimindeki yarılmaları açığa çıkardı. Kimileri için bu gülümseme, on yıllardır verilen mücadelenin inkarı ve kayıplara saygısızlıktı; kimileri içinse uzun bir savaşın ardından nihayet barış ihtimaline dair küçük de olsa umut verici bir işaret. Oysa bu kareye yüklenen anlam, yalnızca güncel siyasetin öfkesiyle açıklanamaz. Bu fotoğraf, siyasal olanın estetiğiyle, travmanın belleğiyle ve barışın kırılgan doğasıyla birlikte okunmalıdır.
Barışın fotoğrafı hiçbir zaman steril değildir. Dünyanın neresinde olursa olsun, barış süreçlerinin ilk kareleri hep sancılıdır: Düşman sayılanların aynı masaya oturması, ellerin uzanması, yüzlerde zoraki de olsa bir tebessüm belirmesi. Bu sahneler, tarihsel olarak hem umut hem de öfke üretmiştir. Türkiye’deki fotoğraf da, işte tam bu ikiliği taşır. Çünkü gülümsemek, savaşın görgü tanıkları için basit bir jest değil; yitirilmiş hayatların ve hâlâ kapanmamış yaraların gölgesinde riskli bir hatırlama biçimidir.
Dünya Tarihinde Silahlı Örgütlerin Barış Süreçleri
Dünya tarihi, etnik-separatist veya ideolojik silahlı mücadelelerin barışa evrilmesinin, pragmatik uzlaşmaların ve karşılıklı tavizlerin ürünü olduğunu gösterir. Bu süreçler, genellikle şiddet döngüsünün ekonomik ve insani maliyetlerinin zirveye ulaşmasıyla tetiklenir; ancak başarı, tarafların ‘düşman’ı ‘muhatap’ olarak yeniden tanımlama kapasitesine bağlıdır. Klasik bir örnek, Kuzey İrlanda’daki IRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu) ve Sinn Féin’in 1998 Hayırlı Cuma Anlaşması ile sonuçlanan yolculuğudur. 1960’ların sonundan itibaren 30 yılı aşkın süren ‘The Troubles’ (Çatışmalar) döneminde, IRA’nın bombalı saldırıları ve Britanya ordusunun baskısı, yaklaşık 3.500 cana mal olmuştu. Sinn Féin lideri Gerry Adams ile IRA komutanlarının, Britanya Başbakanı Tony Blair’in gizli kanalları aracılığıyla yürüttüğü müzakereler, 1994’te IRA’nın tek taraflı ateşkes ilan etmesiyle hız kazandı. Anlaşma, IRA’nın silahsızlanmasını, Kuzey İrlanda Meclisi’nin kurulmasını ve güç paylaşımını öngörüyordu; ancak bu, IRA tabanında ‘ihanet’ suçlamalarına yol açtı – tıpkı bugünkü eleştirilerde olduğu gibi. Süreç, 2005’te IRA’nın tam silahsızlanmasıyla sonuçlandı ve şiddet seviyesi dramatik biçimde düştü, fakat kırılganlığı hâlâ devam ediyor. İspanya’da ETA’nın (Bask Yurdu ve Özgürlük), 1959-2018 arası Bask ayrılıkçılığı mücadelesinde İspanyol hükümet kaynaklarına göre 800’den fazla kişi öldü; barış süreci ise 2011’de ETA’nın ateşkes ilan etmesi ve 2018’de tam silahsızlanmasıyla tamamlandı. FARC’ın (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri) Kolombiya ile 1964-2016 arası 50 yılı aşkın gerilla savaşında 220.000’den fazla kişi öldü. 2016 Havana Anlaşması, örgütün silahsızlanmasını ve siyasi partiye dönüşümünü sağladı, Nobel Barış Ödülü’nü Juan Manuel Santos’a kazandırdı. Güney Afrika’da ANC (Afrika Ulusal Kongresi) ve Nelson Mandela’nın apartheid rejimine karşı mücadelesi, 1990’larda müzakere masasına taşınarak 1994 seçimleriyle demokrasiye evrildi – şiddet yanlısı fraksiyonların eleştirilerine rağmen. Bu örnekler, barış süreçlerinin lineer olmadığını; aksine, ateşkesler, gizli görüşmeler ve kamuoyu baskısı gibi aşamalarla ilerlediğini gösterir. Ortak nokta, silahlı grupların “siyasi aktör”e dönüşümünün, eleştirmenlerce “teslimiyet” olarak damgalanmasıdır – ancak tarih, bu uzlaşmaların uzun vadede istikrar sağladığını gösteriyor.
Türkiye’de PKK ve Barış Girişimleri
Türkiye’nin Kürt meselesi, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan bir asırlık travmanın ürünüdür; PKK (Kürdistan İşçi Partisi) ise 1978’de Abdullah Öcalan tarafından kurulan, 1984’ten beri süren silahlı mücadelenin simgesidir. Çatışmalar, 40 binden fazla can kaybına yol açmış; 2015-2025 arası dönemde ise 1.213 güvenlik gücü ölümüyle zirveye ulaşmıştır. Barış süreçleri, 2009-2015 “Çözüm Süreci” ile somutlaşmış; Öcalan’ın İmralı’dan verdiği mesajlar, PKK’nin ateşkes ilanını ve HDP’nin siyasi rolünü güçlendirmişti. Ne var ki, 2015’te Kobanî olayları ve 7 Haziran seçimleri sonrası süreç çökmüş, yerini yeniden şiddete bırakmıştır. 2025’teyse MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Öcalan’a yönelik çağrısının ardından yeni bir süreç başladı. Temmuz ayında Öcalan’ın video mesajından sonra PKK Sülaymaniye’de sembolik bir törenle silah bıraktı.
Travmanın Unutulmuşluğu
Fotoğrafı eleştirenler, çoğunlukla sosyal medyada ‘güleryüzlü ihanet’ diye nitelendirenler, barışın ontolojisini göz ardı ederler. Bu sesler, genellikle çatışmanın çevresel mağdurlarıdır: Savaşın ne olduğunu bilmeyen, hücrelerde gün saymayan, evlerinden tabutlar çıkmayan bireyler. Akademik literatür, barış süreçlerini ‘kaybedenlerin arzusu’ olarak tanımlar; zira şiddet, asimetrik güç ilişkilerinde galip gelenin lüksüdür (örneğin, IRA eleştirmenleri de Britanya’dan ‘teslimiyet’ talep etmişti). Kürt hareketi, yüzyıldır kimlik asimilasyonu, dil yasağı ve kolektif cezalandırma altında ezilmiş bir halkın ürünüdür; barış talebi, bu travmanın etik bir ifadesidir. Eleştirmenlerin konforlu mesafesi, Foucault’nun ‘iktidarın sessizliği’ kavramını anımsatır: Onlar, hegemonik anlatıyı sürdürerek, mağdurların acısını indirgemektedir. Bu fotoğrafı ‘rejim kurtarma’ diye küçümseyenler, IRA’nın silahsızlanmasını ‘İngiliz zaferi’ diye alkışlayanlara benzer; oysa gerçek zafer, nesillerin barış içinde büyümesidir.
‘Barışın Bedelini Ödememiş Bir Ahlak’
Erdoğan – DEM Parti fotoğrafı, barışın diyalektik doğasını somutlaştırır: Çatışma, tez; uzlaşma, antitez; istikrar, sentez. Dünya tarihi, bu sentezin nadirliğini öğretir; ETA’nın 2018’de dağılması gibi, PKK’nin Temmuz 2025 silah bırakması da bir dönüm noktasıdır. Türkiye’de süreç, Hayırlı Cuma Anlaşması’nı modelleyerek ilerleyebilir: Gizli kanallar, parlamenter entegrasyon ve uluslararası gözlemcilikle. Eleştirmenlere gelince, onların sesi, barışın bedelini ödememiş bir ahlakın yankısıdır. Nihayetinde, bu gülümsemeler –ne kadar kırılgan olursa olsun– yüzyıllık yaraların iyileşme umudunu taşır; zira tarih, barışı yalnız kaybedenlerin değil, insanlığın kolektif vicdanının zaferi olarak yazar.