Bazı insanlar vardır, doğdukları toprakların türküsünü, masalını, korkusunu ve umudunu iliklerine kadar hissederler. İşte Baki Dayı da onlardan biridir. Çocukluğundan beri anasının, babasının dilinden düşmeyen bir mağara vardı: Bırqıleyn Mağarası. Her yaramazlığında annesi, “Bak seni Bırqıleyn Mağarası’ndaki canavara veririm, bir lokmada yutar seni” derdi. Babası ise “Uysal olmazsan seni mağaradaki hajdiye teslim ederim” diye korkuturdu.
Bu sözler, Baki Dayı’nın çocuk yüreğine hem korku hem de merak salmıştı. Öyle ya, bu kadar bahsi geçen, adı ağızdan ağıza dolaşan bir yer nasıl bir yerdi? Ne gizemler saklıyordu? Ve en önemlisi gerçekten içinde bir canavar var mıydı?
Zaman geçti, Baki büyüdü, delikanlı oldu. 20 yaşında, yanına amcası oğlu Remzi’yi de alıp, çocukluk korkusuyla büyüttüğü bu mağaranın kapısına dikildi. Bir çakmak, bir çıra ve bir çakı… İşte bütün hazırlıkları buydu. Mağaranın eşiğinde gözlerini bir kez daha gün ışığına çevirip, “Belki bu son bakışım” dedi içinden. Sonra da ilk adımı atıp, karanlığa karıştı.
Karanlık bastıkça, yarasaların kanat çırpışı mağara tavanından kulaklarına çarpıyor, yürekleri ürküyordu. Ama korku ve merak çatışmasında merak galip geldi. Yarasa seslerine alıştıklarında, mağaranın içinde kimi yerde havuzlar, kimi yerde platformlar, kimi yerde de kayalara kazınmış yazıtlar gördüler. Remzi’nin elindeki çırayı yakıp daha derinlere indiklerinde mağara bambaşka bir dünya oldu.
İnsanoğlu için mağaralar her zaman bir sığınak olmuştur. Tarihte de öyle… Hasankeyf Pıl Pılan Mağarası, Midyat’ın Mor Gabriel Manastırı çevresindeki mağaralar, Milbog, Goderne Mağarası… Hepsi zorlu zamanlarda insanlara barınak, güvence olmuştu. Belki de bir gün, yok oluşun kıyısına gelen dünyamızda Bırqıleyn Mağarası da yeniden bir hayat umudu olacaktı.
Baki Dayı mağaranın sonunu bulamadı. Ama bir şey başardı. Kendi içindeki korku canavarını mağara karanlığında boğup öldürdü. Gerçek canavarı ise başka bir zamana bıraktı.
Yıllar sonra köye gelen iki çantalı adamdan öğrendi ki, mağaranın ağzına taş ocağı kuracaklarmış. Mucur yapıp satacaklarmış. Köylüye para dağıtıp, kimse ses çıkarmasın diye de üstüne pay bırakıyorlarmış.
Baki Dayı buna razı olmadı. Ne pahasına olursa olsun ses çıkardı. Bilim insanlarını buldu, üniversitelerle görüştü, mağaranın kültürel değerini anlattı. Taş ocağının ruhsatsız olduğunu ortaya çıkardı. Ocak, devlet tarafından kapatıldı.
Aradan yıllar geçti, her ne oldu ise aynı ocak tekrar faaliyete başladı. Baki Dayı yine dilekçelerle devlet kaplarını kapı kapı dolaştı. Fakat bu kez memurlar yüzlerini ona çevirmediler. Baki dayı acıyla söylendi, “Bu mağara bizim geleceğe çocuklara bırakacağımız en değerli miras. Siz maaşınızı bu bu tarihi kültürel mirasın sayesinde kazanıyorsunuz ama mağaraya taş kesiliyorsunuz” diye haykırdı.
Bir köylü, bir delikanlı, bir mücadeleci olarak doğduğu toprağın efsanesine ve doğasına sahip çıktı.
Bugün Bırqıleyn Mağarası hâlâ köyün sırrını saklıyor. İçinde belki yarasalar, belki de çocukluğumuzun canavarları yaşıyor. Ama en önemlisi, hâlâ direnenlerin, korkularını yenenlerin, toprağını ve mirasını koruyanların hikâyesini anlatıyor.
Bırqıleyn Mağarası, Diyarbakır-Bingöl kırsalında, Mezopotamya mağara kültürünün önemli örneklerinden biri. İçinde insan eliyle yapılmış oyuklar, su toplama havuzları ve Büyük İskender (halk dilinde İskenderi Zulqerneyn) yazıt kalıntıları olduğu biliniyor. Bazı araştırmacılar mağaranın Roma dönemi izleri taşıdığını, kimi uzmanlar da Orta Çağ döneminde de sığınak olarak kullanıldığını aktarıyor. Ayrıca çevredeki taş ocakları nedeniyle mağaranın önemli bir kısmı tehlike altında.
Baki Dayı’nın hikâyesi yalnızca bir mağara değil, bir halk hafızasının, doğa sevgisinin, geçmişe ve geleceğe sahip çıkma bilincinin destanıdır.
Unutmayalım:
Her mağara sadece karanlık değildir. Kimi karanlıkların içinde özgürlüğe giden yollar, kimi mağaralarda ise yürekleri aydınlatan öyküler saklıdır.



