21.1 C
Bingöl
Cumartesi, Haziran 14, 2025

Buğdayın Gölgesinde Kuruyan Doğa ve Kırılan Ekolojik Zincir


Tarihin en kadim bitkilerinden biri olan buğday, insanlık tarihiyle neredeyse aynı yaşta. Ne var ki biz buğdayı yalnızca bir besin değil, aynı zamanda doğayı tahrip eden ve insanı köleleştiren bir unsur hâline getirdik. Bugün karşı karşıya olduğumuz ekolojik krizlerin temel taşlarından biri de buğdaya ve onun üzerinden kurulan tarım düzenidir.

Oysa doğada buğdayda bulunan nişasta, meşe palamudundan ham incire, patatesten kestaneye, darıdan yaban arpasına kadar birçok bitkide mevcut. Yani insanlık için temel besin kaynağı olarak sadece buğdaya mahkûm değildik. Ama biz buğdayı seçtik. Üstelik sadece ekmek yapıp karın doyurmakla kalmadık; doğanın dört bir yanını buğday tarlası yapmak için ormanları yok ettik, toprağı zehirledik, biyoçeşitliliği tüketip hayvan otlatma alanlarını dahi ortadan kaldırdık.

Orta Çağ’dan Günümüze Buğday Uğruna Tahrip

Orta Çağ Avrupa’sında ormanların %90’ı buğday tarlası açmak için yok edildi. Bunun sonucu ise felaketti. Artan yağışlar tarladaki tohumların çürümesine, kıtlığa ve salgınlara sebep oldu. Açlıktan insanlar birbirini yemeye başladı. Tarihçi William Rosen, The Third Horseman: Climate Change and the Great Famine of the 14th Century adlı kitabında bu dönemde yaşanan büyük kıtlığı ve yamyamlık vakalarını ayrıntılarıyla anlatır.

Bugün durum farklı değil. Ova olan her yer, traktör ve pulluk ulaşabilen her alan buğday tarlasına çevrilmiş durumda. Diyarbakır’ın Lice köylerinde, Fis Ovası’nda, dağ yamaçlarında bile ormanlar kesilip buğday için alan açılıyor. Ağaçlar yakılıyor, hayvan otlatma alanları daralıyor. Yalnızca buğday yetişsin diye doğanın tüm dengesi altüst ediliyor.

Zehrin Tarlaya ve Toprağa İşlenmesi

Buğday ekimiyle birlikte kullanılan kimyasal gübreler, ot ilaçları ve anız yangınları, toprağın doğal yapısını öldürüyor. Toprak mikroorganizmaları yok oluyor, yer altı ve yer üstü su döngüsü bozuluyor. Biyoçeşitlilik azalıyor, kuşlar, böcekler, bitkiler birer birer kayboluyor.

2015 yılında yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de tarım arazilerinin %57’sinde organik madde miktarı %1’in altında. Bu durum, toprağın artık neredeyse ölü olduğunu gösteriyor. (Kaynak: Türkiye Toprak Bilimi Derneği)

Kuraklık ve Göç

Bu vahşi buğday tarımı yalnızca doğayı değil, sosyal dengeleri de yıkıyor. 2006-2010 yılları arasında Suriye’de yaşanan kuraklık, 1,5 milyon insanı şehirlere göç etmek zorunda bıraktı. Kuraklığın tetiklediği sosyo-ekonomik çöküş, iç savaşın zeminini hazırladı. (Kaynak: Kelley et al., 2015, Proceedings of the National Academy of Sciences)

Aynı tablo şimdi Mezopotamya ovalarında yaşanıyor. 2024 2025 yılında buğday hasadı %70’e yakın düşüş gösterdi. Birçok yerde buğday yeşermedi bile. Hasat yapılabilen yerler yalnızca dağ yamaçları ve serin vadiler oldu. Diyarbakır Karaz, Kocaköy gibi yerler bunun örneğidir.

Eskiden Nasıldı, Şimdi Nasıl?

Eskiden bir yıl ekilen tarlalar, ertesi yıl nadasa bırakılırdı. Bu arazi boş bırakılır, hayvancılık yapılırdı. Annemin dayısı her bir koçu 70-80 kilo gelen koyunlar yetiştirirdi. Şimdi ise hayvancılık dört duvar arasına sıkıştı. Doğal meralar buğday tarlalarına kurban edildi. Biyolojik çeşitlilik azaldıkça, toprak daha fakirleşti.

Buğday Uğruna Neyi Kaybettik?

Bugün dünyada obezite oranları hızla yükseliyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre 2022 itibarıyla dünya genelinde 1 milyardan fazla kişi obez. Obezitenin en temel sebeplerinden biri ise nişasta bazlı işlenmiş gıdalar ve tatlılar. Buğday bazlı hamur işleri, şekerlemeler, işlenmiş ekmekler. Toprağı, ormanı, suyu feda edip, insan sağlığını bozan bir düzene mahkûm edildik.

Üstelik bugün buğday tohumu da büyük tarım şirketlerinin elinde. Ata tohumlarımız unutturuldu, desteklenmiyor. Çiftçi, her yıl aynı şirketten aynı tohumu almak zorunda. Çünkü onların tohumu sigortalı, destekli, teşvikli.

Sonuç: Bu Yanlıştan Dönmeliyiz

Tüm bu tabloya baktığımızda şu açık: bu yok oluşa doğru giden durumu fark edip, bu yanlıştan bir an önce dönmeliyiz. Aksi hâlde kuraklıkla birlikte açlık ve susuzluk kaçınılmaz. Toprağı dinlendirmeli, doğal meraları yeniden açmalı, buğday ve monokültür tarlasını azaltmalı, doğaya yeniden yer bırakmalıyız.

Çünkü doğa biterse, insan da biter. Tıpkı Sümerler, Hititler, Orta Çağ Avrupası ve 21. yüzyıl Suriye’sinde olduğu gibi. Doğadan ve geçmişten ders almak zorundayız

İlginizi Çekebilir

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

- Reklam -

Son Haberler