Urartu medeniyeti zamanında ticaret yollarının geçtiği, Erzurum’dan doğan Peri Suyu’nun Bingöl dağlarının sırtından Fırat Nehri’ne kadar taşıyan, baktığı her yeri güzelleştiren, cennetin bir fragmanı, Peri Vadisi…
Bu vadi, tarih boyunca yayla vazifesi görmüş, eski medeniyetlerin izlerini taşıyan bir coğrafya. Bingöl’ün tarihi çevre raporlarına göre, Peri Suyu vadisi, eğimli arazileri ve zengin su kaynaklarıyla hem doğal hem de kültürel bir miras.
Urartular’dan beri ticaret rotalarının kesişim noktası olan bu bölge, bugün de biyoçeşitliliğiyle dikkat çekiyor: Ormanlık alanlar, hazine arazileri ve akarsularla dolu bir ekosistem.
Ancak 90’lı yıllardan beri insanından koparılan vadi, şimdi de aç gözlü insanların hedefinde; maden ocakları, HES’ler ve son olarak jeotermal sondajlar, bu cennet parçasını tehdit ediyor.
Yaşam alanlarına, evlerinin hemen yanında yapılan jeotermal sondajına karşı vadi köyleri ayakta. Bugün, Bingöl’ün Karlıova ilçesine bağlı Kaynarpınar (Licik) köyünde, sondaj makinelerinin gölgesinde bir araya gelen köylüler, doğanın sessiz çığlığını haykırdı.
Bir gazeteci olarak oradaydım; bir yanımda sondaj kuyularının tozlu, mekanik uğultusu, diğer yanımda vadinin yeşil sırtları, tarlaları ve evler…
Güneşin altında toplanan kalabalıkta çocuklar ve kadınlar çoğunluktaydı; minik eller pankartları sıkıca tutuyor, annelerin gözlerinde hem öfke hem umut parlıyordu.
Katılım beklediğimden fazlaydı, belki de vadinin ruhu çağırmıştı herkesi. Bu eylem, sadece bir günlük protesto değil; yıllardır süren çevre mücadelelerinin bir halkası.
Köylüler, bu çalışmaların amacının seracılık veya turizm olmadığını, asıl hedefin enerji üretimi olduğunu biliyorlar.
Peri Vadisi Çevre Koruma Platformu’nun düzenlediği basın açıklaması, tam da sondaj alanının kenarında başladı. Platform temsilcisi Ekrem Alan, metni okurken sesi vadide yankılandı: Jeotermal enerji santralleri (JES) ve sondajlara karşı her türlü mücadelenin meşru olduğunu vurguladı, doğayı yağma ve talana karşı korumaya kararlı olduklarını haykırdı.
Yanında TMMOB Bingöl İl Koordinasyon Kurulu’ndan Canfidal Boldaş da söz aldı. Boldaş, köylülerin yaşam alanlarını koruma iradesini övdü; mevcut izinlerin seracılık veya turizm amaçlı olduğunu, enerji üretimi için bilimsel veri olmadığını belirterek, “Eğer enerji üretimine yönelik bir adım atılırsa, TMMOB tüm dinamikleriyle karşı duracak” dedi.
Konuşmalar sırasında kalabalık, “Köyümüzde jeotermal istemiyoruz, doğama dokunma”, “Havama, suyuma, toprağıma dokunma” ve “Doğa varsa gelecek var” pankartlarını salladı; sloganlar yükseldi:
“Jin, jiyan, azadi”, “Doğama dokunma”, “Kirli elleri doğamdan çek”…
Ama bu direnişin arkasında yatan endişe, sadece bugüne dair değil. Jeotermal sondajların çevresel etkileri, bilimsel raporlarda net bir şekilde ortaya konmuş: Sondaj sırasında ekosistemin bozulması, yeraltı sularının kirlenme riski, gaz emisyonları gibi CO2 ve radon gazı salınımları, hatta katı atıklar nedeniyle toprak ve su kirliliği.
Bu gazlar, havayı zehirleyebilir; radon gibi radyoaktif unsurlar, uzun vadede kanser riskini artırabilir. Peri Vadisi gibi su kaynakları zengin bir bölgede, bu tür müdahaleler nehirleri bulanıklaştırabilir, tarım arazilerini verimsiz kılabilir.
Sadece çevre değil, hafıza, kültür ve gelecek de tehlike altında.
Gözlerimde canlanan manzara, direnişin en saf haliydi: Bir köylü kadın, elindeki pankartı bırakmadan çocuğuna sarılıyor; yaşlı bir amca, toprağın kokusunu içine çeker gibi konuşuyor. Bu insanlar, sadece evlerini değil, atalarından miras kalan toprağı, havayı, suyu ve geleceği savunuyor.
Jeotermal sondajlar, vadinin kalbinde bir yara açmak üzere; köylülerse biliyor ki, bu yara kapanmazsa, Peri Suyu’nun berraklığı bulanacak, dağların yeşili solacak.
90’lı yılların göçleri yetmemiş gibi, şimdi de endüstriyel hırs vadiden koparıyor insanı. Ama bugün gördüm ki, direnmek ne güzel:
Çocukların gözündeki parlaklık, kadınların kararlı duruşu, topluluğun birliği… Bu, sadece bir protesto değil; doğayla bütünleşmiş bir halkın, yarınları için kalkanı.
Eylem, sondaj alanından köye doğru sloganlarla yürüyüşle bitti, ama mücadele bitmedi. Peri Vadisi sahipsiz değil; köylülerin bu direnişi, hepimize hatırlatıyor: Toprak için, doğa için, hava için ve gelecek için ayağa kalkmak, en güzel isyan.
Vadinin tarihi, Urartu’dan bugüne bir direniş öyküsü; şimdi de çevre platformları bu öyküyü yazıyor. Ben, bir gazeteci olarak, bu notları kaleme alırken düşünüyorum: Cennetin fragmanı Peri Vadisi’ni korumak, hepimizin borcu. Direnmek ne güzel… Ve bu direniş, belki de yarınlara temiz bir vadi bırakmanın anahtarı.