Emin Turhallı
Kültür ve ahlak, yaşamın harcıdır. İnsan, içinde yaşadığı çevreye nasıl davranırsa, çevresi de ona öyle şekil verir. Sarım Çayı ve havzası, bu kadim ilişkinin en canlı örneklerinden biridir.
Çotla’dan doğup Batman, Hasankeyf ve Cizre üzerinden Botan ve Dicle nehirleriyle birleşen Sarım Çayı, Arap topraklarından geçip Şattü’l-Arab’ta denize kavuşur. Bu akış, yalnızca bir su yolculuğu değil, insanlık tarihinin de sessiz tanıklığıdır.
Bu topraklar, yaklaşık 150 bin yıllık bir yaşam kültürünün izlerini taşır. İnsanların, hayvanların ve doğanın birbirine saygı duyarak sürdürdüğü bu döngü, suyun kesintisiz akışıyla ayakta kalmıştır. Çünkü su, yaşamın özüdür; onunla uyum içinde yaşamayan, eninde sonunda ondan kopar.
Doğayla Barışık Yaşamın Öğretisi
Sarım Havzası’nın insanları, doğayla uyumun anlamını çok iyi bilir. Riz (Sağgöze) köyü bunun en güzel örneklerinden biridir. Burada bir ağacı kesmek, bir cana kıymakla eşdeğer görülür. Köylüler, kışın odunlarını kesmez; çayın taşkınlarıyla sürüklediği kuru dalları yakar. Çünkü bilirler ki, yaş ağaç nefes ve yaşam demektir.
Bir karıncanın bile yaşam hakkına saygı duyulan bu topraklarda doğa kutsaldır. Refik Amca’nın harmanını istila eden karıncaların hikâyesi, köylülerin inancının ve ahlakının bir yansımasıdır. Mele Hafız’ın öğüdüyle zekâtını erteler Refik Amca, çünkü doğanın adaletine güven duyar. O güven boşa çıkmaz — Refik Amca geri dönüp harmanına geldiğinde, karıncalar çoktan çekilmiştir.
Bu yalnızca bir inanç meselesi değil, doğayla kurulmuş ahlaki bir bağdır. İnsan, doğayla dost olunca bereket artar; yabanda bal, yaylada ot, ağaçta meyve eksik olmaz.
Uygarlığın Sınavı: Doğaya Hükmetmek mi, Uyum Sağlamak mı?
Tarih, doğaya hükmetmeye çalışan uygarlıkların hazin sonlarıyla doludur. Sümerler, bir zamanlar dünyanın en gelişmiş uygarlığıydı. Ancak suyun doğal döngüsünü zorlayarak doğayı kendilerine uydurmaya kalktılar. Zenginlikleri kadar ömürleri de kısa sürdü.
Oysa taşları oyarak doğanın kalbinde yuva kuran Hasankeyf ve Geliye Goderney halkları, binlerce yılı aşan bir miras bıraktılar. Çünkü onlar doğaya hükmetmeyi değil, onunla birlikte yaşamayı seçtiler.
Kültür ve Ahlak: Doğayı Korumak İçin Temel Taş
Bir yerde 150 bin yıllık bir yaşam geçmişi varsa, orada insanların doğaya verdiği söz yazılı değildir; o söz, yaşamın izlerinde saklıdır. Her taşta, her suda, her ağacın gölgesinde…
Doğayı korumak için önce onu yaşatan kültürü ve ahlakı korumak gerekir. Zira doğanın yasası, insanın yasasından daha eski, daha bilgedir.
Sarım Çayı’nın sesi bize hâlâ bunu fısıldıyor:
“Benimle uyum içinde yaşarsan, ömrün uzun olur. Bana hükmetmeye kalkarsan, seni terk ederim.”
Doğanın dengesini yaşatanlar, aslında kendi ömürlerini uzatırlar. Çünkü doğa, insanın en eski ve en dürüst öğretmenidir.



