İHD’den Meclis Başkanlığı’na açık mektup

    İHD Genel Merkezi, artan kadın katliamlarına ilişkin Meclis Başkanlığı’na İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden yürürlüğe girmesi için açık mektup gönderdi.

    İHD Genel Merkezi, artan

    Çewlik.net – İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Merkezi, artan kadın katliamlarına ilişkin Meclis Başkanlığı’na açık mektup yazdı. Mektupta, İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden imzalanabilmesi için  Meclis’te grubu bulunan tüm partilere bir çağrı yapılmasını talep etti.

    Mektubun devamında şu ifadelere yer verildi:

    “Sizlerin de bildiği gibi Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi, kadınların şiddete karşı verdiği örgütlü mücadele sonrasında, 24 Kasım 2011 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından imzalanarak yürürlüğe girmiştir. İstanbul Sözleşmesi, kadınların şiddete karşı korunması, toplumsal cinsiyetçi değer yargılarının eleştiriye açılması açısından bugüne kadar yazılmış en önemli sözleşmeydi.

    Bu sözleşmeyi yazan da kadınların örgütlü olarak verdikleri mücadeleydi. Her ne kadar coğrafyamızda İstanbul Sözleşmesi imzalandıktan sonra da yeterince uygulanmamış olsa bile, en azından hukuki ve sosyal olarak kadınlar ve kadın mücadelesi açısından büyük bir güç kaynağıydı.

    Ancak İstanbul Sözleşmesi maalesef ki 20 Mart 2021 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı’nın imzası ile yürürlükten kaldırıldı.

    ‘KADIN CİNAYETLERİNDE BÜYÜK BİR ARTIŞ GÖZLENDİ’

    İstanbul Sözleşmesi’nin birdenbire yürürlükten kaldırılması, toplumsal algıda çok sorunlu bir yer oluşturdu. Özellikle hem devlet dilinin hem de topluma yayılan anlayışın kadınlara karşı giderek ayrımcılaşması ve giderek sertleşmesi kadına yönelik şiddetin artmasına neden oldu.

    İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kaldırılmasından bu yana sizlerin de bildiği gibi kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinde büyük bir artış gözlendi. Son olarak; geçtiğimiz gün İstanbul’da bir kadının sokak ortasında cinsel saldırıya maruz kalması ve ne yazık ki 2 kadının da bir erkek tarafından vahşice katledilmesi kadınlar açısından büyük bin infiale neden oldu.

    ‘İSTANBUL SÖZLEŞMESİ ZORUNLULUK’

    Kendimizi korumasız hissetmekteyiz. Kadınlar olarak İstanbul Sözleşmesi’nin ruhuna ve uygulamasına ne kadar ihtiyacımızın olduğunu daha net anladığımız bu günlerde size bu çağrıyı yapmayı gerekli gördük.Sayın Meclis Başkanı; Maalesef ki Türkiye Cumhuriyeti Devletinin altında imzası olan CEDAV (Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi) de imzalanmış da olsa, bu sözleşmenin de ruhu ve uygulamasına tanık olamıyoruz. Kadınlara karşı ayrımcılık, kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri her yerde yaşanmakta. Bu nedenle İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden imzalanmasının bir zorunluluk olduğunu düşünmekteyiz.

    SİYASİ PARTİLERE ÇAĞRI YAPILMASI TALEBİ

    Sonuç olarak; İnsan Hakları Savunucusu kadınlar olarak, Meclis Başkanı kimliğinizle size büyük bir görev düştüğünü düşünüyoruz. Kadına yönelik şiddetin böylesine arttığı bugünlerde Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden imzalanmasının tartışılması ve ardından da imzaya açılması konusunda mecliste bulunan siyasi partilere bir çağrı yapmanızı talep ediyoruz.Bu talebimizi yerine getireceğinizi ummak istiyoruz.”

    İSTANBUL SÖZLEŞMESİ HAKKINDA

    İstanbul’da düzenlenen Avrupa Konseyi toplantısında imzaya açılmış olması sebebiyle İstanbul Sözleşmesi olarak da anılır. İstanbul’da imzaya açıldığı 2011 yılından bu yana kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddet konusuna odaklanmış bölgesel düzeyde en kapsamlı ve yol gösterici sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet ile mücadelede en önemli araçlardan biri. Ağustos 2014’te yürürlüğe giren sözleşmenin ilk imzacısı ve onaylayan taraf devleti Türkiye’dir. Sözleşme, hem kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddet konusundaki kapsayıcı tanımlar hem de kadına yönelik şiddetle mücadelede tüm taraf devletler için ortaya koyduğu net ve kapsamlı yükümlülükler açısından oldukça önemli. Avrupa çapında ve ötesinde etkileri olan, güçlü bir denetim mekanizmasına (GREVIO Komitesi) sahip, taraflar için bağlayıcı, bölgesel bir insan hakları sözleşmesi. GREVIO Komitesi, tüm taraf devletleri, kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddeti ortadan kaldırmaya dair İstanbul Sözleşmesi’nden doğan taahhütlerini yerine getirip getirmedikleri konusunda denetler ve onlara tavsiyeler verir. Ayrıca, sözleşmenin yazım sürecinde aktif rol alan CAHVIO Uzmanlar Grubu tarafından hazırlanmış olan Açıklayıcı Kitapçık’ta sözleşmenin maddelerinin nasıl yorumlanması gerektiğine dair detaylı açıklamalar mevcut.

    İstanbul Sözleşmesi’nin kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetle mücadele konusuna yaptığı katkıları aşağıdaki başlıklarda daha yakından inceleyebiliriz. Elbette aşağıda verilen bilgiler ve tanımlar sözleşmenin burada bahsedilmeyen konulardaki önemini göz ardı etmiyor. Daha çok Türkiye bağlamında ele alınan bu konuların önceliği ya da kapsamı zaman içerisinde, sözleşmenin uygulanma alanları genişledikçe ve raporlama döngüsü ilerledikçe değişebilir.

    Kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin tanımı

    İstanbul Sözleşmesi, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW) 19 No’lu Tavsiye Kararı ile biçimlendirilen ve sonrasında Kadına Yönelik Şiddete Karşı Bildirge (DEVAW) 3(a) maddesinde detaylandırılan kadına yönelik şiddet tanımını örnek alır ve bu tanıma eklemelerde bulunur. İstanbul Sözleşmesi kapsamında “‘Kadınlara yönelik şiddet’ ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma anlamına gelir ve bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşılmaktadır”. Toplumsal cinsiyet temelli şiddet, “doğrudan kadınlara yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya orantısız bir şekilde kadınları etkileyen şiddet” olarak tanımlanır. Yani hem şiddetin farklı türleri kapsanmış hem de “ıstırap veren ya da verebilecek olan” ve “kadına yöneltilen ya da kadını orantısız olarak etkileyen” tanımları ile yalnızca şiddet eylemi değil şiddet oluşturması muhtemel eylemler de kapsam içine alınır.

    Ayrıca ev içi şiddet, madde 3(b)’de “aile içerisinde veya hanede, veya mağdur faille aynı evi paylaşsa da paylaşmasa da eski veya şimdiki eşler veya partnerler arasında” meydana gelen şiddet olarak tanımlanır. Bu tanımdan da görüldüğü gibi sözleşme kapsamında “ev içi şiddet”, aynı evde yaşayıp yaşamadığına ya da aralarında evlilik bağı olup olmadığına bakılmaksızın aile içinde, eski eşler arasında ya da birlikte yaşayan bireyler arasında meydana gelen şiddettir.

    Sözleşmeyi öncüllerinden ileri götüren diğer iki tanım da kadına yönelik şiddetin sebeplerini ve sonuçlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyması. Sözleşmeye göre “kadınlara yönelik şiddet, kadın ve erkekler arasında tarihsel eşitlikçi olmayan güç ilişkisinin tezahürüdür” ve “kadına yönelik şiddet, erkeklerle kıyaslandığında kadınları ikincil konuma zorlayan temel sosyal mekanizmalardan birisidir”. Sözleşmenin bu iki paragrafı doğrultusunda, imzacı tüm devletler, kadına yönelik şiddetle yaratılan döngüsel etkiyi, yani kadına yönelik şiddetin toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin hem sonucu hem de kaynağı olduğu gerçeğini ve kadın erkek eşitliğinin sağlanması için tarihten gelen eşitsiz güç ilişkilerinin ve kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması gerekliliğini tanımaktadır.

    İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddetin hiçbir koşulda göz ardı edilmemesi gereken bir konu olduğuna ve hem barış hem de silahlı çatışma zamanlarında mücadele edilmesi gereğine dikkat çeker; bir başka deyişle, savaş gibi olağanüstü hallerde dahi devletin kadına yönelik şiddetle mücadele yükümlülüğünün devam ettiğini ifade eder.

    Tanım ve kapsama dair tüm bu maddeler, sözleşmenin kadına yönelik şiddetle mücadeleye ilişkin perspektifini, ruhunu ve politik duruşunu yansıtır. Bu sözleşmeden yola çıkarak oluşturulacak ulusal kanunlar, yönetmelikler ve uygulamalar da bu çerçevede bir politik perspektiften oluşturulmalıdır.

    Sözleşmenin kadına yönelik şiddetle mücadelede önerdiği 4P yöntemi
    İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi konusunda bütüncül bir yaklaşım öngörür. Bu bütüncül yaklaşımı da 4P diye kısaltılan 4 ana yöntem ile sağlamayı önerir: Önleme (Prevention), Koruma (Protection), Cezalandırma (Prosecution) ve Bütüncül Politikalar (Integrated Policies). Sözleşme, taraf devletleri tüm bu alanlarda önlemler almaya davet eder ve alınacak önlemler hakkında detaylı düzenlemeler getirir. Bir ülkenin sözleşmeyi uygulamaya yönelik politik kararlılığını tartışırken bu 4P’yi nasıl ve ne kadar etkin ele aldığına bakarak yorum yapabiliriz.

    4P yöntemini örneklerle açıklarsak:

    Önleme: Şiddeti ve şiddet riskini ortaya çıkmadan önlemek. Sözleşme, şiddetin önlenmesi için taraf devletlere şiddet vakaları ile karşılaşan profesyonellerin eğitilmesi, okullarda toplumsal cinsiyet eşitliğine dair eğitimler verilmesi, toplumda bu konuda bilinç yükseltici çalışmalar yapılması gibi yükümlülükler getirir.

    Koruma: Şiddete uğrayan veya uğrama riski olan bireyi fiziksel olarak şiddetten ve şiddet tehdidinden korumak, bireyi yasal hakları ve bunları nasıl kullanacağı konusunda bilgilendirmek ve bireyi şiddet sonrası hayatını tekrar kurabilmesi için desteklemek. Sözleşme, şiddetten korunma için taraf devletlere farklı gruplardan şiddete uğramış kadınların ve çocukların özel durumlarının göz önünde bulundurulması, hizmet sağlayıcıların (örneğin kolluk ve sağlık çalışanlarının) insan hakları ve toplumsal cinsiyet konularında eğitim almış olması, verilen hizmetler kapsamında ayrımcılık yapılmaması ve ikincil mağduriyetlere sebep olunmaması, çocuk tanıkların korunması, kadına yönelik şiddet konusunda acil yardım hatlarının açılması, cinsel şiddet kriz merkezlerinin kurulması, uluslararası standartlara uygun, etkin ve yeterli sayıda sığınağın hizmet vermesi gibi yükümlülükler getirir.

    Cezalandırma: Kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddet vakalarında geleneksel roller ve yapılar üzerinden failin cezasız kalması ya da cezasında indirime gidilmesi ne yazık ki çok karşılaşılan, şiddeti meşrulaştıran ve yeniden üreten durumlar. Şiddetle etkin bir mücadele için sözleşme, suçların etkin bir şekilde soruşturulması, faillerin mahkeme önüne çıkarılması, cezaların etkin şekilde infaz edilmesi, şiddete uğrayan bireylerin ise bu süreçlerde korunması ve sonrasında yaşadıkları psikolojik ya da fiziksel zararların tazmin edilmesini öngörür. Ayrıca sözleşme; fiziksel, psikolojik, ekonomik ve cinsel şiddetin yanı sıra ısrarlı takibi (stalking) de uluslararası bağlayıcı olan bir metinde ilk kez cezalandırılması gereken bir şiddet türü olarak kabul eder ve tanımlar. Zorla evlilik, kadın cinsel organı sakatlanması, zorla kürtaj ya da kısırlaştırma sözleşmede ele alınan diğer şiddet türlerinden bazıları. Kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddet konusundaki cezalandırmalarda kültür, gelenek, namus gibi bahanelerin hafifletici sebep olarak kullanılmaması gerektiği de sözleşmede belirtilir. Tüm bunlar için etkin bir yasal zemin (yasalar, yönetmelikler ve içtihatlar) ile yasaların etkin bir şekilde uygulanmasını sağlayacak etkin bir hukuk sistemi elzemdir. Taraf devletler, bu süreçlerin her adımında gerekli özen (due diligence) prensibine uygun olarak hareket etmelidir.

    Bütüncül Politikalar: Yukarıdaki 3P, diğer Avrupa Konseyi dokümanlarında kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddet ile mücadelede daha önce de belirtilen yöntemler. Ancak Açıklayıcı Kitapçık’ta da belirtildiği üzere sözleşme, bu 3P’nin etkin şekilde uygulanabilmesi yani kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetle mücadele için kapsamlı ve etkin şekilde koordine edilen bütüncül politikaların elzem olduğunu vurgular. Gerçekten de, bütünlüklü politikalar geliştirme ve uygulama, taraf devletlerin kadına yönelik şiddetin ve ev içi şiddetin ortadan kaldırılması konusundaki siyasi iradesinin önemli bir göstergesi niteliğindedir. Bu kapsamda kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetle mücadele için gerekli verilerin toplanması ve analiz edilmesi, tüm önlemler için gerekli finansal kaynakların ayrılması gerekliliği de sözleşmede vurgulanan hususlar arasında.

    Geniş kapsam
    Sözleşmeye dair bir diğer önemli nokta da sözleşmenin kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin engellenmesi ve bunlarla mücadele konusunda çok geniş kapsamlı tanımlar, önlemler ve açıklamalar içermesi. Sözleşme taraf devletlerin kendi sınırları içerisinde, kendi bayraklarının olduğu bir gemide, kendi yasaları altındaki bir uçakta veya kendi vatandaşlarından biri tarafından ya da ülkelerinde ikamet edenlerden (vatandaşları olmasa dahi) birine karşı işlenen şiddet suçları konusunda sorumluluğu olduğunu ve bunlar için gerekli tüm önlemleri almaları gerektiğini belirtir. Böylece çoklu ayrımcılığa uğrayan sığınmacı, mülteci ya da kendi ülkesi dışında zorla evlendirilmiş kadınların durumlarını da kapsam içine alır. Örneğin, Almanya’da yaşayan bir Türkiye vatandaşı ya da Türkiye’de ikamet eden bir Alman vatandaşı bir şiddet suçunun faili ya da mağduru olursa Türkiye şiddet gören kişinin korunması ve failin cezalandırılması için gerekli tüm önlemleri almakla yükümlüdür.

    Sözleşmenin medyada en öne çıkan maddelerinden biri ise 60’ıncı maddesi. Madde 60(2)’de “zulümden korkulduğu durumlarda başvuranlara mülteci statüsü verilir” ibaresi yer almakta. Bu madde uyarınca şiddetten kaçan bir kadının sözleşmeye taraf devletlere mülteci statüsü için başvurması mümkün. Bu madde ayrıca sözleşmenin çekince konulamaz maddelerinden.

    Çok paydaşlı çalışmalara yapılan vurgu
    Sözleşme, kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin engellenmesi konusunda çok paydaşlı çalışmalar yapılmasını öngörür. Devlet, özel sektör, sivil toplum, eğitim kurumları, medya kuruluşları gibi farklı paydaşların gerekli noktalarda bir arada ve kararlılıkla çalışmasının önemini vurgular. Sözleşme, taraf devletlerin medya ve özel sektörü de dahil eden kapsayıcı çalışmalar yapmasını önerir.

    Sözleşme ayrıca “Taraf Devletler, kadın erkek eşitliği, kalıplaştırılmayan toplumsal cinsiyet rollerini, karşılıklı saygıyı, kişiler arası ilişkilerde şiddetten kaçınma temelinde çatışma çözümünü, kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişisel bütünlük hakkı meselelerinin resmi müfredat içerisinde ve eğitim sürecinin her düzeyinde öğrencilerin gelişim kapasitelerine uygun olarak öğretim materyallerinin içerisine dahil edilmesi için uygun olan durumlarda gerekli adımları atar” diyerek kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddet ile ilgili mücadeleyi eğitimin her düzeyinde farkındalık yaratarak ele almanın önemini vurgular. Spor tesisleri, kültür tesisleri, sosyal tesisler ve medya yoluyla kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddet konusunda farkındalık yaratılması önerilir.

    LGBTİ+’ların şiddetten korunması
    İstanbul Sözleşmesi’nin öncü yönlerinden biri de, metinde LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılıktan net bir biçimde söz etmesi. Sözleşmenin “Temel Haklar, Eşitlik ve Ayrımcılık Karşıtlığı” başlıklı 4’üncü maddesine göre “Bu Sözleşme hükümlerinin Taraflarca uygulanışında, özellikle de mağdurun haklarını koruyacak tedbirler alınırken; cinsiyet, toplumsal cinsiyet, renk, dil, din, siyasi veya başka görüşler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa mensubiyet, mülkiyet, doğum, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, yaş, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmenlik veya mültecilik statüsü veya başka statüler temelinde hiçbir ayrımcılık yapılmayacaktır”.

    Ancak yine bu madde, Türkiye’de ve diğer Avrupa ülkelerinde de muhafazakar gruplar tarafından kamuoyunda İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik desteği azaltmak amacıyla kullanılıyor.

    İkincil mağduriyet (Secondary victimization)
    Şiddete maruz kaldığı için devlet kurumlarına başvuran kadınlar, hizmet aldıkları süre boyunca ya da sonrasında; polis güçleri, yasa uygulayıcılar ve/veya sürece dahil olan personelin tutumu, kadınların saldırganla karşı karşıya getirilmesi, ailenin ikamet yerinden ve/veya çocuklarından uzakta kalmak zorunda bırakılması gibi sebeplerle ikincil mağduriyete uğrayabiliyor. İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddet vakalarında mağdurların korunması ve suçluların kovuşturulması sırasında ikincil mağduriyetin önlenmesi gereğini vurgulayan ve bu anlamda bağlayıcılığı olan ilk belge.

    Devletler için ceza mekanizması
    İstanbul Sözleşmesi, yaptırımı olan bir sözleşme değildir. Bir gözden geçirme mekanizması bulunsa da İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi gibi bir ceza veya tazmine hükmedememesi bazı uzmanlarca sözleşmenin zayıf yönü olarak eleştirilmektedir. Ancak bir Avrupa Konseyi belgesi olarak Türkiye’nin de bağlı olduğu ve cezai yaptırımlar getirebilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kullanacağı belgelerden biri olması sözleşmeyi güçlendirmektedir. Bu sayede, sözleşme doğrudan bir cezai yaptırım getirmese de taraf devletlerin kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddete ilişkin İstanbul Sözleşmesi’nden doğan yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğinin AİHM tarafından denetlenmesini mümkün kılar. Nitekim, AİHM pek çok başvuruda İstanbul Sözleşmesi’ni referans olarak kabul ederek devletlerin yükümlülüklerini İstanbul Sözleşmesi’nin çizdiği perspektiften ele almaktadır.

    Sözleşme’nin uygulanması konusunda parlamentoların desteği
    İstanbul Sözleşmesi’nin öncü yönlerinden bir diğeri, parlamentoların sözleşmenin denetleme sürecine dahiliyeti konusunda yaptığı vurgu. Bu, parlamentoların toplumun mümkün olduğunca çok kesimini temsil ettiği ve sözleşmenin uygulanması için gerekli yasal düzenlemeleri yapmakla yükümlü merci olduğu düşünüldüğünde, kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetle mücadeleyi tüm topluma yaymak için kullanılabilecek iyi bir yöntem. Bu sebeple İstanbul Sözleşmesi hem taraf devletleri ulusal parlamentolarını denetim sürecine dahil etmeye ve GREVIO’nun ülke için yayınladığı tavsiye kararlarını ulusal parlamentolarına göndermeye çağırır hem de ulusal, varsa bölgesel, ve yerel parlamentoların sözleşmenin uygulanmasında iş birliği içerisinde olmasının önemini belirtir. Sözleşme, ayrıca, Avrupa Parlamentosu’nu sürece dahil ederek sözleşmenin uygulamaları hakkında taraf devletleri parlementoya düzenli bilgi sağlamaya davet eder.

    Evrensel tasdik ihtimali
    İstanbul Sözleşmesi küresel değil, bölgesel bir sözleşmedir. Sözleşme, Avrupa Konseyi tarafından hazırlanmıştır. Avrupa Konseyi üye ülkeleri ile sözleşmenin hazırlık görüşmelerinde katılım sağlayan Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Vatikan, Meksika ve Japonya ile Avrupa Birliği’nin imzalamasına açık bir sözleşme. Ancak, İstanbul Sözleşmesi’nin önemli bir özelliği de, 76’ncı madde uyarınca Avrupa Konseyi’nin daveti ve taraf devletlerin onayı ile yukarıda sayılmayan diğer ülkelerin de sözleşmeyi imzalamak üzere davet edilebilmesi. Bu da şu anda bölgesel bağlayıcılığı olan İstanbul Sözleşmesi’nin ileride evrensel bir belgeye dönüşebilme ihtimalini ortaya koyar; yalnızca Avrupa değil, uluslararası kadın hareketinin de kullanabileceği bir sözleşme olabileceğini gösterir.

    (HABER MERKEZİ)