15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile en az 125 bin 678 kamu çalışanı doğrudan görevden ihraç edildi. Ayrıca on binlerce kişi, “milli güvenlik” gerekçesiyle dolaylı yollarla kamu kurumlarındaki işlerine son verildi.
Bu ihraçlar, yargı kararı olmaksızın “kanat” ve “istihbarat notları” temel alınarak gerçekleştirildi. OHAL’in kaldırılmasına rağmen, bu uygulamalar devam ediyor.
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), ihraç edilenlerin sorunlarını gündeme taşımak amacıyla 13-17 Ekim 2025 tarihlerinde Diyarbakır, Urfa, Adıyaman, Antep, Adana ve Mersin’de bölgesel yürüyüşler düzenleyecek. Bu etkinliklerin ardından Ankara’da bir açıklama yapılacak. KESK, KHK’lilerin görevlerine iadesini talep ediyor.
İhraç Edilen Öğretmenlerden Değerlendirmeler
Yürüyüşe destek veren KHK’li öğretmen Münir Korkmaz, ihraç sürecinin üzerinden 9 yıl geçtiğini belirtti. OHAL Komisyonu’nun 5 yıl boyunca süreci uzattığını ve davaların idare mahkemelerinde devam ettiğini ifade etti. Korkmaz, mesleğinden ani bir şekilde uzaklaştırılmanın etkisini vurguladı.
Korkmaz ayrıca, KHK’lerin iptal edilmesi gerektiğini savundu. Yasal engeli olmayanların derhal iade edilmesi ve haksız hüküm giyenlerin adil yargılanması gerektiğini belirtti. Konu, ülkenin demokratikleşme süreciyle bağlantılı olarak değerlendirildi. Kürt sorununun demokratik çözümü sağlanmadan KHK meselesinin tam çözülemeyeceği ve barış ortamının bu tür uygulamaları önleyeceği kaydedildi.
Dayanışma ve Toplumsal Etkiler
Bir diğer KHK’li öğretmen Ülkü Gülşen, yürüyüşe dayanışma amacıyla katılacağını ifade etti. Etkinliğin kamuoyunda sınırlı etki yaratabileceğini düşündüğünü belirtti.
Gülşen, ihraçların FETÖ bağlantısına indirgenmesine dikkat çekti. İhraç gerekçesinin demokratik, laik, eşit ve özgür bir mücadele olduğu kaydedildi. Çıkar çatışmalarından uzak durulduğu vurgulandı.
İhraç sonrası hak ihlallerine değinen Gülşen, yakınların kamu kurumlarında istihdamının engellendiğini ve ihraçların aileler üzerinde baskı aracı haline geldiğini belirtti. Bu durumun bireysel değil, toplumsal bir hak gaspı olarak nitelendirildi. Adaletsizliğe karşı mücadelelerin birbirini tamamladığı ve ezilenlerin dayanışmasının toplumun demokrasiye ulaşmasını sağlayacağı ifade edildi.