Sarım Havzası Keru Heli mıntıkasında gökyüzünü kaplayan siyah, beyaz ve gri kartallara ne oldu?
Tam yarım asır önceydi. Şewşin Dağı’na ve Elmiran Vadisi’ne, Sarım Çayı’nın birleştiği iki su arasındaki Gaza Zımi’nin güney kısmında, Keru Heli’deki uçan kartalların yuvası ve meskeniydi. Bir grup kartal uçar, diğer grup ise yamaç boyunca inerdi. Keklik sesleri ise eksik olmazdı. Çünkü keklikler için alan tam ona göreydi. Kışın düşen kar, kayalık alanlarda fazla tutmaz, güneye bakan yerlerde erir ve akan sular çevresinde çimenlikler oluşurdu. Her alanın karla kaplı olması, keklikler için vazgeçilmez bir alandı. Keklikler, bu zorlu kış günlerinde böyle bir yer buldukları için son derece şanslıydılar.
Kara, beyaz ve gri kartallar için kekliklerin o alanda olması, Sarım Çayı ve Elmiran Vadisi’nin buluşma noktası, en zengin balık türleriyle doluydu. O bölgeyi kendilerine mesken edinmişlerdi. Çünkü en derin göllerden Göl Teng bile bu alan içinde yer alıyordu. En büyük balıklar burada yaşardı. Kısacası, “Komşuda pişer, bize de düşer” misali birçok canlı türü burayı kendine mesken seçmişti.
Bazen bizim Bıza Gor, gelip taşlık alanda otlanır, eve gelmezdi. Keçilere haftada bir tuz verdiğimiz ilkbaharda, keçilere tuz verdiğimiz günü sayar gibi gelir, bir görüntü verir ve giderdi. Sonra bir hafta boyunca gelmezdi. Arka kısımda ise Gaza Quç’u dağ keçileri kendilerine mesken edinmişti. Teyi Hes Murad Ormanı’na girer, beslenir, kurtlardan korunmak için kayalık yerlere sığınırdı. Kurtlar hep pusuda beklerdi. Bazı sisli ve karanlık gecelerde uluyarak sesleri köyde yankılanırdı.
Bazen kartallar ani kekliklere doğuru dalış yaparak kekliklerin uçuşması sonrasında düşen tüyleri yerden görürdük. Her canlı, sürekli olarak kendi avının ve yiyeceğinin peşindeydi. Otlar, böcekler, keklikler, balıklar, tavşanlar ve kemirgenler; bunların hepsi, ekosistemin zenginleşmesine ve artmasına vesile oluyordu.
Orman, fotosentez yaparak toprağın oluşumuna zemin hazırlarken, yaban dağ keçileri ve tavşanlar, ormanın gelişimini engelliyordu. Kurtlar ise pusuda, ormana bir şans veriyordu. Her canlı, kendi yaşam mücadelesine düşerken büyük bir ekosistem meydana getiriyordu; fakat bunun farkında bile değillerdi. Ağaç, kendi türünün yayılması için bazen rüzgara, bazen yağmura; en çok da sincaplara borçluydu. Arılar, bu sistemin tamamlayıcı halkaları gibiydi. Her ota, her ağaca misafir olur, bir şeyler alır ve bir şeyler verirdi.
İnsan, bu cümle alemde, canlıların bir araya gelişiyle onlardan faydalanmayı bilmiştir. Ancak tüfek, balta ve makine icadı ile birlikte, başta keklik tehlikeye girdi. İnsanlar, bir menüyü zenginleştirmek gibi kekliğin etine, sesine, avına merak sardı. Keklik, ekosistemin en güçlü halkasıyken, en kırılgan duruma düştü. Gökyüzünü güneşten gölgeleyen kartallar giderek azaldı. Arıcı bir kırmıdarı bulunca, hem ağacı keser hem de balın tümünü toplardı. Arılar, kırmıdar ağaçlarına kesilince , ağaçlar zamanla azalma gösterdi. Dağlar, özellikle çatışmalı alanlara düştüğü için, birçok yan etki yaratan silahlar ve zehirlerin etkisiyle verimsiz hale geldi.
Önce kartallar terk etti. Balta, makine, pestisit ve yoğun doğa tahribatı, ilk olarak kartalları etkiledi. Hiçbir şeyden etkilenmeyen domuzların ise çoğalmasına neden oldu. İnsan, kuşa sıktığı silahın kendisine döndüğünü, ağaca vurduğu baltayı kendi ayağına vurduğunu, arı yaşamdan kopardığı arıların kendi balından olduğunu, zengin olurum diye 15 hayvan yerine yüzlerce hayvan beslerim düşüncesinin toprağı erozyona uğratıp çoraklaştıracağını çok sonradan fark etti. Kendi yarattığı canavar önce kendine döndü ve bunu çok geç fark etti.