Bir zamanlar dünya…
Ne asfalt vardı ne beton.
Ne sanayi vardı ne ticaret.
Ne kimyasal zehirler ne makineler.
İnsan, bu devasa canlılar aleminin en savunmasızıydı belki. Etçil hayvanlara yem olan, korunaksız, silahsız, savunmasız bir türdü. Sayısı da öyle azdı ki; dünya üzerinde sadece birkaç milyon kişiyle sınırlıydı varlığı. Ancak bu kırılganlık, onu düşünen, planlayan, değiştiren bir canlıya dönüştürdü.
Taş attı, sopa kullandı, kazma yaptı, balta yaptı. Doğayı kesmeye, oymaya, yeniden biçimlendirmeye başladı. Önce hayvanlar, sonra bitkiler, su, toprak… Derken diğer insanlar üzerinde tahakküm kurmaya başladı. İnsan, sadece doğaya değil, kendi türüne de yabancılaştı. Sınıflar doğdu: köle, işçi, patron… Mal-mülk hırsı arttıkça savaşlar başladı. İnsanın insana yaptığı zulüm, doğaya yaptığı yıkımı bile geçti.
Bugün, betonla kaplanmış şehirlerde, zehirlenmiş topraklarda, kurumuş derelerde yaşıyoruz. Hava kirlendi, su tükendi, iklim değişti. Ozon tabakası delindi, biyoçeşitlilik yok olma sınırında. Bir zamanlar av durumunda olan insan, şimdi hem kendini hem de tüm canlıları yok etme eşiğine getirdi.
Peki, başka bir yol mümkün mü?
Evet. Önümüzde iki yol var:
Mevcut düzenle devam edip, yok oluşu hızlandırmak.
Sadece ihtiyacımız kadar olanı kullanmayı öğrenip, doğayla barış içinde yaşamayı seçmek.
İkinci yol, kolay gibi görünmese de, aslında en doğal olanı. Uzaya çıkan bir uzay gemisi gibi düşünün: Yanınıza her şeyi alamazsınız. Her gramın önemi vardır. Bu gezegen de bir gemi. Yükü fazla olan batıyor.
Sarım Havzası bize ne anlatıyor?
Fırat ve Dicle’nin kollarından biri olan Sarım Çayı üzerinde yapılmak istenen son baraj, bu bölgenin doğal döngüsünü tamamen bitirme tehlikesi taşıyor. Oysa Sarım, her yıl yeniden yeşeren, meyvesini veren, suyu akan, canlıları besleyen bir ekosistem.
Sarım’da doğa kendi kendine işliyor.
– Atlar yabanda serbest, işi bitti mi doğaya dönüyor.
– Hindi az bir yemle doğayı dengeliyor, çekirgeyle besleniyor.
– Arpa tırmıkla ekiliyor, hasat alınıyor.
– 250 yıldır meyve veren ağaçlar var.
– Dağlarda 80 kilo bal veren meşe ağaçları çıkıyor.
– Kuy Siyah kayalığında çıkan bal bir zamanlar tüm köylere yetiyordu.
Bu yaşam biçimi emeksiz değil ama mülksüz. Para gerektirmiyor, sadece akıl ve niyet istiyor.
“Bal Ormanı” Projesi: Bir Umut
Şimdi Sarım Havzası’nda, Riz (Sağgöze) köyü için bir “Bal Ormanı” projesi tasarlıyoruz. Eğer bu proje hayata geçerse, doğal döngü içinde, hiçbir dış kaynağa bağımlı olmadan köyün tüm gıda ihtiyacı karşılanabilecek.
Biz bu modele “emeksiz, mülksüz, özgür ve sağlıklı döngüsel yaşam” diyoruz.
Zor mu? Hayır.
Yeter ki sistemi değiştirelim.
Yeter ki doğaya karşı değil, doğayla birlikte yaşamayı öğrenelim.
Yeter ki Sarım’dan akıl alalım.
Çünkü Sarım’ın döngüsü, insanın unuttuğu ama yeniden hatırlaması gereken bir yaşam bilgisini taşıyor:
İnsanın doğa karşısında değil, doğayla yan yana yaşadığı bir yaşam mümkün.