5.7 C
Bingöl
Perşembe, Mart 13, 2025

Sizi, Sizin Dilinizle/Dilinizde Yeneceğiz!


1977 yılında başlamıştım ilkokula, daha doğrusu başlattırılmıştım. Diğer sınıf arkadaşlarım gibi.

12 Eylül Darbesi öncesi, Türkiye’de iç karışıklıkların tavan yaptığı ve darbenin ön koşullarının hazırlığının yapıldığı yıllardı.

Köyümüze Muğlalı bir öğretmen atanmıştı. Korkunç bir yüzü vardı. Tıpkı devlet gibi. Sonradan “Görevli” olarak atandığını idrak ettiğimiz bu öğretmen, büyük bir ihtimalle kendisine eşlik etmesi direktifi almış muhtarı da yanına alarak, köy içerisinde öğrenci kaydetmeye çıkmış, beni de evimizin yakınındaki çeşmede yakalamış ve kaydımı yapmıştı.

O zamanlar siyah olan önlüklerimizi giyerek okula başlamıştık. Türkçe bilmiyorduk. Köyde henüz elektrik olmadığı için, televizyon gibi araçlardan da bihaberdik. Türkçeyle henüz tanışmadan başlamıştık okula.

Okula başlamamızla birlikte, sadece Türkçe ile değil, “devlet ve dayağı” ile de tanışmış olduk. İstisnasız bütün okul, bu misyoner öğretmenin meşeden ve ateşte kavrulmuş sopasının tadına varıyordu. Aralıksız olarak her gün, bizleri sıra dayağına alıyordu. Türkçeyi, “kafalarımıza vura vura” öğretti bize. Ve sonra bizlere anadilimizi yasakladı.

Eğer okul dışında Zazaca konuşursanız, dilinizi kontrol ettiğimde anlarım”.

Kontrol” ettikten sonra da dövmeye devam ediyordu. Evde, sokakta da Türkçe konuşmamızı sağlayarak, bizim üzerimizden okula gelmeyen büyüklerimizi de asimile etme çabasıydı bu. Bu amaçla da köy içerisinde bir kolluk görevlisi gibi denetime çıkıyordu.

Bir keresinde, henüz çatıların olmadığı toprak damlı ahırların birinin üstünde bir elimle kemeri olmayan pantolonumu tutmuş halde bilye oyunu oynarken, baldırıma vurulan sopanın acısıyla pantolonum bacaklarıma dolanmış bir şekilde kaçmış ve komşulardan birinin evine sığınmıştım.

Anlayacağınız, sokakta da “eğitime” aralıksız devam eden bir öğretmenimiz vardı.

12 Eylül Darbesi sonrası askerler köye gelmiş, köyün bütün erkeklerini okul avlusunda toplamış, bazılarını yere yatırmış, postalları üzerlerinde olarak köylüye “Türkçe” bağırıp çağırmış ve sonradan solcu olduklarını öğrendiğimiz bazılarını kelepçeli bir şekilde askeri cemselere bindirip götürmüşlerdi.

Üçüncü ya da dördüncü sınıfta iken Bingöllü bir hocamız geldi de biraz nefes alabildik. Devleti sembolize eden Muğlalı öğretmenin bizleri dövmesini engellemeye çalıştı. Köydeki bizden 5-10 yaş büyük abilerimiz, bizleri dövmeye devam eden Muğlalı’yı iyi benzettiler bir gün. Sonrasında parmağı var diye, solculuk yaftasıyla şikayet edilen Bingöllü hocamızı gözlerimizin önünde okuldan götürdü askerler. Bizlere şarkılar çaldığı sazıyla birlikte. Muğla’lı ve akrabamız da olan bir öğretmenin şikayeti üzerine almışlardı hocamızı.

Sonrasında köyümüze elektrik geldi. İçinde sadece Türkçe konuşulan televizyonla tanıştık.

Devamında ortaokul ve liseyle kesintisiz bir “Türkçe”li hayat.

90’lı yıllarda, kitap okuma girişimlerine başladım. Başka bir dilde, hele hele yasaklı olan ve eğitim almamış olduğum anadilimde kitap okuma şansım yoktu zaten.

Romanlarla başladım. Rus romanları ile. Dostoyevskiyle tanıştım.(Tanışmaz olaydım)
Tabii ki hepsi Türkçe yazılmıştı.
Dünyaya Türkçe bakmaya başladım. Duygularımı Türkçe yaşamaya başladım. Keza üzüntülerimi ve sevinçlerimi de.

Sonrasında politik/felsefik/düşünsel/bilimsel okumalara giriştim. Tabii ki yine Türkçeyle. Kürtlük bilincimin oluştuğu yıllardı bunlar. Kürt mücadelesini konu edinen kitaplar, gazeteler, dergiler de Türkçeydi. Kürt hareketinin bana göre yaptığı büyük yanlışlardan biri, propaganda dilini Türkçe ile yapıyor/yapmış olmasıydı.

Türkçe ile Kürtlük bilinci kazandıktan sonra, Türkçe ile öfkelenmeye, Türkçe küfretmeye, Türkçeyle umutlanmaya, Türkçeyle hayal kurmaya başladım. Rüyalarımın çoğunu bile Türkçe görmeye başladım. Ruhu ve nerdeyse bütün yaşamı Türkçe ile kuşatılmış birine döndüm. Çoğu Türk’ten daha iyi Türkçe yazan ve konuşan biri oluverdim.

Sonrasında yaptığım okumalardan, gerek 12 Eylülden önce ve gerekse sonrasında, devletin Kürtlük ve Kürtçe üzerindeki insanlık dışı barbarlığını okuyup öğrenecektim ve yaşayacaktım da. Kesintisiz baskılarla Kürtlük bilinci yok edilmeye çalışılıyordu. Hak mücadelesi yürüten Kürtler hapislere tıkılıyor, hapislerde insanlık dışı işkencelerden geçiriliyordu. Dağa çıkanların üzerlerine bombalar yağdırılırken, çocuklarını korumayan çalışanlara, “yardım ve yataklık” bahanesiyle korkunç işkenceler yapılıyor, hapislere atılıyor ve dağdaki çocuklarıyla irtibatlarını kesmek amacıyla köyler yakılıyor ve köylüler zorunlu göçe tabi tutularak oraya buraya savruluyorlardı.

Kürtçeye uygulanan yasakların had safhaya ulaştığı ve başka dil bilmeyen ana babalarımızın Kürtçe konuşmalarına ceza konmasına varacak kadar insanlık dışı uygulamaların olduğu yıllardı. Hapisteki yakınlarını görmeye giden Türkçe bilmeyen Kürtlerin:
Kamber Ateş Nasılsın?”ı öğrenmek zorunda oldukları yıllar.

Devletin baskıları, karşı direnişin de büyümesine yol açmıştı. Büyüyen direnişi kırmak için, kirli yapılar devreye sokulmuş, Jitem gibi gladyo yapılar ve Hizbullah gibi paramiliter karanlık aparatlar devreye sokularak, faili meçhul cinayetler işlenmeye, sokak ortasında satırlarla Kürtler doğranmaya başlamıştı.

Devletin bütün insanlık dışı uygulamalarına rağmen, Kürtlük savunusu geri adım atmadı ve bu günkü hacmine ulaşabildi.

Bu yazı Anadil Günü için kaleme alınan bir yazıydı ve anadillerimizi bizden almak adına bizlere nasıl büyük barbarlıklar yaptıklarının çok sadeleştirilmiş bir özeti idi yukarı paragraflarda yazılanlar.

“BU DEVLET SİZE NE YAPTI?”

Her daim sizinle beraber olduğunu varsaydığınız ve bizlere yapıp ettiklerinizi, sizlere hakk olarak gördüğünü söylediğiniz “Allah’ın ayeti” olan dilimizi yasakladınız.

Yeri geldi dillerimizde haykırışlara/çığlıklara dönüşen stran/klamlarımızı yasakladınız
Kendi dillerimizde acılarımızı dillendirdiğimiz kitaplarımızı yasakladınız.
Musa Anter’de yaptığınız gibi, Kürtçe ıslıklarımızı yasaklayabilecek barbarlığı bizlere yaşattınız.

Dillerimizi bizlerden almayı başardığınızı sandınız.
Ancak başaramadınız ve yenildiniz. Dillerimizin içindeki Kürtlük ruhumuzu almayı asla başaramadınız ve yenildiniz.

Hakk arayışlarımızı “bölücülük”le itham ettiğiniz, eşitlik taleplerimizi “etkisiz hal”e getirdiğiniz, işgallerinize karşı koyuşlarımızı “ihanet”le yaftaladığınız, bizleri imha etme operasyonlarınızı, “Tunç Eli”, “Gürz”, “Kalkan”, “Pençe” vb ile isimlendirdiğiniz, işgallerinizi “Fetih” olarak isimlendirdiğiniz, yakıp yıktığınız yerlerde “Türkün gücünü göreceksiniz” yazılamalarını yaptığınız, en kaba, en aşağılık cümleleriyle bizleri aşağılamaya çalıştığınız dilinizi, bir bumerang gibi size döndüreceğiz.

Bizi dilimizden soyup, zorla kendi dilinizi giydirmeye çalışırken, Türk olup sonradan “Kart-Kurt” ederek Kürtleştiğimizi söylediğiniz ve bizi Türkleştirmeye çalışırken, “Ne mutlu” dedirtmeye çalıştığınız dilinizle sizi mahkum edeceğiz.

Sizinle, sizin dilinizle ve daha da büyüterek savaşmaya devam ediyoruz/edeceğiz ve sizi, sizin dilinizle/dilinizde mağlup edeceğiz.

Sizin dilinizle, bizlere, dilimize, kültürümüze yaptığınız hunharlık ve barbarlıklarınızı yüzünüze yüzünüze haykırmaya devam edeceğiz.

Bizden çaldıklarınızı(isimlerimiz/yerleşim yerlerimizin isimleri, nehirlerimiz, dağlarımız, hayatlarımız, umutlarımız, hakikatler) sizin dilinizde/dilinizle savaşarak geri alacağız.

Bize yapıp ettiklerinizden biriktirdiğimiz nefreti, öfkeyi, intikam arzularımızı, sizin dilinizle yüzünüze kusmaya devam edeceğiz.

Bizden aldığınız dilimizin hesabını sizin dilinizle sizden tahsil edeceğiz.

Ölünceye dek Kürtlük ruhumuzu diri tutacak ve:

DİRENMEK YAŞAMAKTIR
YAŞAMAK DİRENMEKTİR” diyeceğiz.

Hem de sizin dilinizle!

Önümüzde, on yıllardır bütün baskılarınız ve imha /soykırım çabalarınıza rağmen yok edemediğiniz bizlerle, sizin de yararınıza olması kuvvetle muhtemel bir şans var. Barışma şansı. Mezopotamya ve Anadolu halklarının bütün bu olup bitenlere rağmen kucaklaşabilecekleri bir şans ve imkan. Bizlere her türlü kötülüğü yapmış olduğunuz ve bu kötülükleri yapmada kullandığınız dilinizle bizlerden özür dileyeceğiniz ve bizlerin de dilinizle/dilinizde sizleri affettiğimizi/affedebileceğimizi söyleyebileceğimiz bir şans. Umarım bu şansı da ıskalamaz ve asla galip çıkamayacağınız, hem bizi ve hem de Anadolu’nun bütün halklarını yıllardır mahveden ve devam ederseniz daha da mahvedecek olan savaşta ısrar etmezsiniz!

İlginizi Çekebilir

- Reklam -

Son Haberler