1.8 C
Bingöl
Cumartesi, Nisan 12, 2025

Türkiye’de Kürt Siyasetine Yönelik Yasal Engeller ve Eşit Yurttaşlık Mücadelesi: Çözüm Mümkün Mü?


Türkiye’de mevcut siyasi sistem, Kürt halkının hak ve taleplerini merkeze alan siyasetçilerin barınmasını zorlaştıran yapısal engeller barındırıyor. Kürt meselesine demokratik ve barışçıl çözümler öneren, ancak sistemin dayattığı tekçi ve merkeziyetçi anlayışa ters düşen siyasetçiler, sıklıkla dışlanma, kriminalize edilme ya da hukuki baskılarla karşı karşıya kalıyor. Bu durum, hem tarihsel hem de güncel dinamiklerden besleniyor.

Tarihsel Arka Plan ve Sistemin Yapısı

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren, üniter devlet yapısı ve Türk milliyetçiliğine dayalı kimlik politikaları, Kürt halkının kültürel, dilsel ve siyasi haklarını ifade etmesini zorlaştırdı. Anayasa’nın etnik kimliklere dayalı siyasi örgütlenmeyi yasaklaması, Kürt kimliğini savunan partilerin kapatılmasına ya da siyasetçilerin “bölücülük” suçlamalarıyla hedef alınmasına yol açtı. 1990’lardan itibaren HEP, DEP, HADEP gibi partilerin kapatılması ve milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılarak cezaevine gönderilmesi, bu sürecin çarpıcı örneklerindendir.

Güncel Dinamikler ve Baskılar

Bugün, Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve devamı niteliğindeki DEM Parti gibi oluşumlar, Kürt meselesini demokratik yollarla çözme çabası güderken, siyasetçileri ağır baskılarla karşılaşıyor. Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ gibi isimler, uzun süreli tutuklamalarla siyasi hayattan uzaklaştırıldı. İnsan Hakları İzleme Örgütü, bu tür davaların adil olmadığını ve siyasi ifade özgürlüğünü kriminalize ettiğini belirtiyor. Kobani Davası gibi yargılamalar, çözüm sürecinde diyalog kurmuş aktörleri bile suç kapsamına alarak, barışçıl siyaset alanını daraltıyor.

Siyasetçiler, “terörle ilişkilendirme” gibi muğlak suçlamalarla hedef alınıyor. Belediye eşbaşkanlarının yerine kayyım atanması, seçilmiş temsilcilerin iradesini yok sayarken, Kürt halkının demokratik katılım hakkını zedeliyor.

Bu uygulamalar, siyasetçilerin mevcut sistemde düşmanlık yapmadan var olabilmesini neredeyse imkânsız hale getiriyor. Sistemin, Kürt kimliğini ve taleplerini meşru bir siyasi alan içinde tanımaya direnmesi, bu siyasetçilerin ya asimile olmasını ya da marjinalize edilmesini dayatıyor.

Çözüm Süreci ve Kırılma

2013-2015 arasındaki Çözüm Süreci, Kürt meselesine diyalog yoluyla çözüm arayan siyasetçiler için bir umut ışığıydı. Ancak süreç, 2015’te çatışmaların yeniden başlamasıyla sona erdi. Süreçte rol alan HDP’li siyasetçiler, bugün o dönemde yapılan görüşmeleri suç sayan iddianamelerle karşı karşıya. Bu, sistemin barışçıl siyaseti desteklemek yerine cezalandırdığını gösteriyor. Kürt siyasetçiler, diyalog ve müzakereye açık olsalar dahi, devlet politikalarının sertleşmesiyle alanlarının daraldığını görüyor.

Mevcut sistem, Kürt halkının kolektif haklarını savunan siyasetçilere şu nedenlerle barınma imkânı sunmuyor; Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu, etnik kimlik temelli siyaseti kısıtlıyor. “Kürdistan” ifadesi içeren partilere kapatma davaları açılıyor. Siyasetçiler, yargı yoluyla susturuluyor; dokunulmazlıkların kaldırılması ve uzun süreli tutuklamalar rutin hale geldi.
Kürt meselesini gündeme getirenler, ana akım medyada sıklıkla “terörist” yaftasıyla linç ediliyor, bu da siyasi meşruiyetlerini zedeliyor.

Yerel yönetimlerde seçilmişlerin yerine atanan kayyumlar, halkın iradesini hiçe sayarak siyasetçilerin etkisini kırıyor.

Kürt halkına karşı düşmanlık yapmadan, onların haklarını savunan siyasetçiler, mevcut sistemde barınmakta güçlük çekiyor çünkü sistem, Kürt kimliğini ve taleplerini tehdit olarak algılıyor. Bu siyasetçiler, ya susturuluyor ya da marjinalize ediliyor. Demokratik bir çözüm için, sistemin çoğulcu ve kapsayıcı bir yapıya evrilmesi, yargının bağımsızlaşması ve Kürt halkının haklarının anayasal güvenceye alınması gerekiyor. Aksi takdirde, barışçıl siyasetin alanı daralmaya devam edecek, bu da hem Kürt halkı hem de Türkiye’nin demokrasisi için kayıp anlamına gelecek.

Hukuki zeminde güvence ;
Yeni süreç, geçmişteki gibi kırılgan bir zeminde ilerliyor. Sayın Abdullah Öcalan’ın İmralı’daki koşullarının iyileştirilmesi, tecridin kalkması ve müzakere ortamının güçlendirilmesi, sürecin başarısı için kritik görülüyor. Ayrıca, muhalefetin sürece daha aktif katılması ve güven artırıcı adımlar (reformlar, anayasal düzenlemeler) atılması gerektiği vurgulanıyor.

Toplumun geniş kesimlerinde “tedbirli iyimserlik” hakim; ancak, somut adımlar olmadan bu iyimserliğin kalıcı hale gelmesi zor.

İlginizi Çekebilir

- Reklam -

Son Haberler