Bugün 5 Haziran Dünya Çevre Günü. Yılın bir günü. Resmî kurumlar birkaç fidan diker, belediyeler çöp toplama etkinlikleri düzenler, sosyal medyada çiçek-böcek fotoğrafları paylaşılır. Peki, bu gün gerçekten sadece bundan mı ibaret? Yoksa toprakla, suyla, ağaçla, kuşla, insanla kurulan, bazen bir ömür süren, bazen birkaç nesli içine alan bir direnişin, bir hakkın, bir hafızanın simgesi mi?
Benim için, bizim için, Sarım Havzası için ikincisi.
Sarım Havzası: Bir Hafıza, Bir Yara, Bir Mücadele Bizim İçin
Dünyada çevre mücadelesi 52. yılını, Türkiye’de 42. yılını yaşıyor. Ama bizim Sarım Havzası’nda bu toprakla, bu suyla, bu ağaçla sürdüğümüz mücadele 22 yıldır devam ediyor. Çünkü burası sadece bir coğrafya değil. Burası bir hafıza. Bir yara. Bir mücadele adı.
1993’te köyümüz ve çevrede yaşanan olaylı ortamdan terk etmek mecburiyetinde kaldık. Geriye döndüğümüzde evimizin önündeki 300 kavak ağacından geriye hiçbir şey kalmamıştı. Ceviz ağaçları başucundan kuruyor, toprak dilsizleşmişti. Ama biz ağaca, suya, toprağa küsmeyi bilmezdik. Elimizde ne kaldıysa, cebimizde ne varsa fidan için harcadık. Fidancıların kapısını aşındırdık, sonra devlet destekli fidanlara yöneldik. Meyve ağaçları diktik. Zamanla öyle bir hâle geldi ki, çocukların daha önce yaptığı meyve hırsızlığı derdi kalmadı. Çünkü her yer ağaç, her ağaç meyve doluydu. Kimse çit çekmedi. Nöbet tutmadı. Doğa herkese doğrudan sundu kendini.
Ama su durur, şirketler durmaz.
Bir gün köyden dönerken, suyun içinde uzun çizmeli adamların ölçüm yaptığını gördük. “Ne işiniz var bu Sarım Çayı’nda?” dedik. “Devlet adına ölçüm yapıyoruz.” dediler. Meğer HES projeleri planlanmış, haritalar çizilmiş, makineler hazırlanmış. Ne köylüye, ne muhtara, ne mülki amire haber verilmiş. O zamanlar halkı bilgilendirmek diye bir sorumluluk yoktu galiba…
HES’e başlar başlamaz Lice Cumhuriyet Başsavcılığı’na koştuk. Savcılık kaymakamlıktan bilgi istedi, kaymakamlık yazı işleri “Yazılı bir şey yok ama sözlü olarak bilgimiz var.” dedi. Savcı “Sen git, ben soruştururum.” dedi. Savcı bey ne yaptıysa yaptı, o şirket oradan ayrıldı. Ama bu bitiş değil, sadece hazırlık evresiydi.
Yeniden Mücadele, Yeniden Umut
2020’de muhtar haber getirdi: “HES ve baraj projeleriyle ilgili halk bilgilendirme toplantısı yapılacak.” O an elimiz ayağımız birbirine dolandı. Karadeniz’de derelerin kardeşliğini savunan Avukat Kazım Erkut Güzel’e ulaştık. İlk savcılık dilekçemizi o yazmıştı. Kazım bey yardımcı oldu ‘155’i arayın’ dedi. Biz de 155’i arayıp toplantıya katılım durumunu sorduk.
Yetkililer “Orada sorumlu memur var, o ne derse o olacak” dedi. Toplantı sorumlu memuru “Toplantı yapılacak” dedi. Köyümüzün mezrası Pronız halkı yanımızdaydı: “Varsa ineğimizi satar, yine de davamızı açarız.” dediler.
Toplantıya gittik. Salonun çoğunluğu HES’ten pay kapma derdindeydi. İlk sözü ben aldım. Salgın döneminde yaşlıların ve çocukların toplantıya katılamadığını, doğanın Allah’ın düzeni olduğunu söyledim. Kur’an’dan Rahman Suresi 8. ayeti okudum:
“Öyleyse tartıda haddi aşmayın.”
Enerji ihtiyacı varsa, rüzgâr ve güneşin daha az tahribatla enerji üretebileceğini, 10 rüzgâr türbiniyle bu enerjinin sağlanabileceğini anlattım. Bir arkadaş cebinden telefonunu çıkarıp “Bugün bu telefonun üretimi için toplantı yapsaydınız anlardım. Modası geçmiş HES’leri ‘kazanç kapısı’ diye satmanız inanılır gibi değil.” dedi. Bir köylümüz söz aldı, daha önce HES’te çalıştığını, çevreye nasıl felaket getirdiğini anlattı.
Toplantının sonunda Bingöl Çevre ve Şehircilik temsilcisi sordu: “HES yapılsın diyen var mı?” Tek bir el kalkmadı.
Toplantı bizim lehimize kapandı. Ama şirket pes etmedi. ÇED olumlu raporu aldı. Biz dava açtık. Mahkemeyi kazandık. Şimdi dosya Danıştay aşamasında. 15 yıl… Bazen umutsuzluk, bazen yalnızlık, bazen toprağın sessiz diliyle teselli bulan ama hiçbir zaman vazgeçmeyen bir yolculuk.
Bugün Sarım Havzası halkının tamamı HES’lere karşı. Bu yalnızca suyun değil, bir hafızanın, bir hakkın, çocuklarımıza bırakacağımız bir doğanın mücadelesi. Belki biz kazanamayız, ama bu topraklar hafızayı unutmuyor.
Dünya Çevre Günü Nereden Doğdu?
5 Haziran 1972’de Stockholm’de toplanan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı, dünya tarihinde ilk kez insan faaliyetlerinin çevre üzerindeki etkisini tartışmak için bir araya geldi. Ve bu tarihten itibaren her yıl 5 Haziran, Dünya Çevre Günü ilan edildi.
Her yıl başka bir tema:
1992 Rio Zirvesi: Sürdürülebilir kalkınma, iklim değişikliği
1997 Kyoto Protokolü: Sera gazı salınımlarını azaltma
2015 Paris Anlaşması: Küresel sıcaklık artışını 1,5°C ile sınırlama
2024: Plastiksiz Gelecek Çağrısı
Bu yıl BM “Plastiksiz Bir Gelecek” temasıyla denizleri, akarsuları ve toprakları plastik istilasından kurtarmayı hedefliyor.
Türkiye Ne Yaptı?
Türkiye 1992 Rio Zirvesi’ne katıldı, 2009’da Kyoto Protokolü’nü, 2021’de Paris Anlaşması’nı imzaladı. Ama çoğu kâğıt üstünde kaldı. Termik santraller, HES projeleri, maden ocakları ve plastik kirliliği her yıl artıyor. Bugün Türkiye’de aktif çevre davası sayısı 200’ü aştı.
O yüzden bugün Sarım Havzası, Stockholm’ün, Rio’nun, Kyoto’nun ve Paris’in ruhunu o küçücük salonda yaşadı.
Çevre Hareketinin Hikâyesi
Modern anlamda çevre hareketi 19. yüzyılın sonlarında İngiltere ve Amerika’daki doğayı koruma dernekleriyle başladı. 1962’de Rachel Carson’un Silent Spring kitabı, tarım ilaçlarının çevreye verdiği zararları anlattı ve bu kitap çevre hareketlerinin miladı oldu.
1970: İlk Dünya Günü (Earth Day)
1972: Stockholm Konferansı
1992: Rio Zirvesi
1997: Kyoto Protokolü
2015: Paris Anlaşması
2024: Plastiksiz Gelecek Çağrısı
Ama çevre hareketi yalnızca Amazon Ormanları’nda, Kuzey Kutbu’nda, Pasifik Adaları’nda değil; Sarım Havzası’nda, Munzur’da, İkizdere’de, Kazdağları’nda, Murat Nehri’nde sürüyor. Her küçük köy, her su kaynağı gezegenin ortak mirasıdır.
Ve unutmayın:
Su durur, şirket durmaz. Ama halk da durmaz.
Bugün plastikle, dün HES’le, yarın başka bir tehditle… Doğanın adalet defteri her zaman açıktır.
“Kim ki doğanın terazisini bozar, Allah’ın mizanını sarsar.” (Rahman Suresi 8)
Bu yüzden 5 Haziran yalnızca bir gün değil, doğayı seven herkesin yüreğinde bitmeyen bir gündür.