Mazlum BUCUKA
‘Ama günü gelecek bir dağın devrildiğini göreceğiz.
Diyelim, sen bağırdın, benim huyum yok mu hadi
Ben de bağırdım. Bağıra bağıra ikindilerin püsküllerini
aydınlıkla döşeyeceğiz…’
30 yıldır cezaevinde yaşamı yeniden var eden şair İlhan Sami Çomak, bize, Kürtlere, üzerine çöken kara bulutları yere basa basa dağıtanlara, masmavi bir gökyüzünü böyle anlatıyor. Özgürlüğü, beraber olmayı, direnmeyi, umudu ve kazanma arzusunu…
Kara bulutlar
Sekiz yıl boyunca iradeleri gasp edilen, kaynakları talan edilen, seçilmişleri (beraber yönetebiliriz dedikleri) cezaevlerine hapsedilen; ormanları, suları, kentleri yağmalanan, bir arada bulundukları her evin çatısı başına yıkılan, yoksul ve eğitimsiz bırakılmış Kürtler. Üzerini kara bulut gibi kaplayan sistemin atanmış temsilcileri, kayyımlar…
Öncesi, 31 Mart günü ve sonrası… Üzerindeki kara bulutları dağıtmak için Kürtlerin direnişinin ve tabii kaybettikleri tescillenen, halk tarafından kabul görmeyen, kayyımların kısa tarihine gidelim. İtiraz edenleri, gülenleri ve kabul etmeyenleri hatırlayarak…
Hep beraber bağırmak
Kapatılma davası süren HDP’nin yerine genel seçimlere Yeşil Sol Parti’yle giren, ardından HEDEP olan ama bu sefer de adının ‘HADEP benzerliği’ gerekçesiyle kabul edilmeyen, son olarak da DEM Parti olarak çatısını kuran Kürtler, sekiz yıllık kayyımlar döneminden sonra yeniden kendilerini yönetmek için kolları sıvamıştı.
Seçimler yaklaştıkça iktidar da boş durmamış; Kürt illerine binlerce asker ve polis taşımış, halkın seçme hakkına doğrudan müdahale ederek seçimin sonucunu değiştirmeyi amaçlamıştı. DEM Parti, seçimden hemen önce mahalle mahalle, ev ev gezerek taşıma seçmenleri tespit etmiş ancak tüm bu çabaları muhalefet cephesinde karşılık bulmamıştı. Mücadelesinde yalnız bırakılan DEM Parti YSK’ye itiraz etmiş ancak buradan da bir sonuç alamamıştı.
31 Mart gelip çattığındaysa partinin aylar öncesinden yaşanacağını söylediği senaryo gerçekleşti: Yüzlerce asker ve polis, daha önce hiç gitmediği, belki bir daha asla gitmeyeceği illerde, ilçelerde sandığa giderek oranın kaderini belirlemeye çalıştı. Sekiz yıldır kendilerini yönetemeyen, iradelerine kayyım atanan Kürtler, bu kez kayyımın bir başka yüzüyle karşı karşıyaydı. Ancak işler askerleri oraya taşıyanların istediği gibi gitmedi. Milyonlarca kişi iradesine sahip çıkmak için okullara koştu; koşanların birinden bir ses yükseldi: ‘Konuş, sen nerelisin?’
Süleyman Salğucak, bu tepkisiyle sadece Şırnaklıların değil, tüm Kürtlerin sesi oldu, tüm Kürtler Süleyman Amca’nın sesiyle birlikte bağırdı: ‘Biz buradayız, buralıyız. Siz burada değildiniz, buralı değilsiniz.’
Direnmek
Kayyım aklı, 31 Mart’ta Şırnak’ta belediyeyi taşıma seçmenlerle kazandı. Ama Kürtler, bir belediyeden çok daha fazlasını kazandı: Beraber bağırmayı, mücadele etmeyi, itiraz etmeyi, kabul etmemeyi…
31 Mart’ta Kürtler, üçü büyükşehir olmak üzere 75 belediyede ‘Biz buralıyız’ dediler, önceki kayyımlardan belediyelerini geri aldılar. Yetmedi, batıda özellikle İstanbul’da kaybettirdiler. Gelin görün ki Kürtlerin kazanması ‘olacak iş değildi’… Ceza gecikmedi; Van Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı seçilen Abdullah Zeydan’ın seçilme hakkı, Adalet Bakanlığı’nın cuma günü mesai bitimine 5 dakika kala yaptığı itiraz ile gasp edilmeye çalışıldı.
Kentteki seçimleri neredeyse 30 puan farkla kaybeden AKP, Van İl Seçim Kurulu’na mazbatanın kendi adaylarına verilmesini talep etti. AKP’nin talebi oy çokluğu ile kabul edildi. Kayyım yeni bir maske takıp Van’da kendini yeniden var etmeye çalıştı ama hesabı tutmadı.
On binlerce kişi sokaklara çıktı, itiraz etti, bağırdı, ‘Biz buralıyız’ dedi. Direnişin ardından kayyım bertaraf edildi ancak bir gencin gülümsemesi, zaferin sembolü oldu. Hakkının gasp edilmesine karşı direnirken gözaltına alınan 18 yaşındaki Muhammed Orhan, hem gülümsüyor hem de selam veriyordu. Birlikte bağıran Kürtler nihayet Van’da haklı olmanın karşılığında hem belediyesini hem de gülüşünü yeniden kazanıyordu.
Yeniden direnmek
DEM Parti, kayyımların ardından belediyelerine kavuşma heyecanıyla bir an önce çalışmalara başlama niyetindeydi ancak kayyımın izleri kolay kolay silinmeyecekti. Kayyımlar ‘orta uzun’ tarihlerinde atandıkları belediyelerde ağır bir enkaz bırakmışlardı. Seçilen eşbaşkanlar hepsini bir bir, kalem kalem ifşa ettiler. Ancak çok geçmeden kayyım, bu kez Şırnak ve Van’daki gibi oyunlarla değil, bütün gerçekliğiyle ortaya çıktı.
Hakkari’nin seçilmiş Eşbaşkanı Mehmet Sıddık Akış, 2010 yılında hakkında açılan soruşturmanın 2014’de davaya dönüşmesi gerekçe gösterilerek gözaltına alındı, görevden uzaklaştırıldı ve yerine Hakkari Valisi Ali Çelik kayyım olarak atandı. Kürt’ün payına yine direnmek kaldı.
DEM Parti tüm belediyelerde eylem kararı aldı; halka birlikte açıklamalar yaptı, tepki gösterdi. Ardından Hakkari’de sabaha kadar süren nöbetler başladı. Nöbetler Meclis’e taşındı, DEM Partili vekiller kürsüyü işgal etti. Tüm bunlar olurken sokakta halkın kayyımlara karşı yürüyüşü engellendi; polis gaz, tazyikli su, copla saldırdı. Eylemler halen sürüyor.
Ancak polis saldırısı sırasında Hakkarili bir kadının bastonunu yere vura vura haykırması, hem kendini anlatabileceği, hem de karşısındakilerin anlayabileceği dilde, ‘Belediye başkanımızı serbest bırakın. Kabul etmiyoruz. Kayyım atamayın. Kayyım istemiyorum. Kayyım bize lazım değil, düşman istemiyoruz’ demesi, yeni bir direnişin şimdiden sembolü oldu.
Sonuç ne olur bekleyip göreceğiz ama son birkaç aylık tarih yazımında, Kürtler, birlikte bağırmayı, birlikte gülmeyi ve birlikte direnmeyi tüm dünyaya gösterdi. Tartışmalar, müzakereler, eylemler sürüyor; daha da sürecek gibi. Ama Kürtlerin bu eşiklerde seçimi kazanmaktan çok daha fazlasını kazandığını hep birlikte gördük, izledik, tanık olduk.
Son olarak, kayyım aklının neden Hakkari’yi seçtiği sorusunun cevabını, kayyımların uzun tarihinde tüm gerçekliğiyle görebiliriz. Fakat o tarihin de Kürtlerin direniş tarihinden başka bir şey olmadığını hatırlatmakta fayda var.
YORUMLAR