10.4 C
Bingöl
Cumartesi, Nisan 19, 2025

Yok Oluşun Eşiğinde: Mantarlar, Mağaralar ve İnsanlığın Hayatta Kalma Umudu


Yaklaşık 4,6 milyar yıl önce, Dünya bir gaz ve toz bulutu içinde şekillenmeye başladı. Ne bir insan vardı, ne bir bitki, ne bir kuş, ne vızıldayan bir arı, ne de onu kendine çeken bir çiçek… Yalnızca devasa bir kozmik kaos ve oluşum hâlindeki bir gezegen… Dünya, Güneş Sistemi’nin diğer üyeleri gibi bu kozmik sürecin bir parçasıydı. Henüz yaşam yoktu; atmosfer, kaynar gaz tabakalarından oluşuyordu. Asteroitler gelişigüzel çarpıyor, volkanlar aralıksız patlıyordu. Bu koşullarda yaşamı tahayyül etmek bile imkânsızdı.

Zamanla meteor yağmurları dindi. Gazlar yoğunlaştı, sular oluştu, dağlar belirdi. Volkanik patlamaların yerini yavaş yavaş istikrar aldı. Ve yaklaşık bir milyar yıl sonra, ilk yaşam izleri ortaya çıktı. Her şey bir bitkiyle başladı. Su, yaşamın mayasını çaldı. Ardından canlılar türedi. Önce otlar ve bitkiler yeşerdi, sonra onları dengeleyen hayvanlar ortaya çıktı. Koyun otu dengeledi, kurt koyunu… Hayat, bir terazinin dengesi gibi işledi.

Bazen çekirge istilaları, yangınlar, kuraklıklar yaşandı. Dünya zaman zaman soğudu, zaman zaman göktaşları çarptı. Beş büyük kitlesel yok oluş gerçekleşti. Ancak yaşam her defasında yeniden filizlendi. Büyük canlı türlerinin yok oluşu, küçük canlılara yaşam alanı açtı. Zamanla dokuz farklı insan türü ortaya çıktı. Ancak yalnızca biri, Homo sapiens, hayatta kalmayı başardı.

Yaklaşık 2 milyon yıl önce var olan insan türlerinden geriye yalnızca biz kaldık. Son buzul çağını atlatan Homo sapiens, 45 bin yıl öncesine kadar uzanan izlerle bugüne ulaşabildi. Tüm bunları bilim söylüyor: Arkeoloji, genetik ve jeolojik araştırmalar bu devasa yolculuğa ışık tutuyor.

70 bin yıl boyunca insan, avcı-toplayıcıydı. Doğanın sunduğu yabani bitkilerle ve hayvanlarla yaşadı. Ancak tarımın keşfiyle birlikte yerleşik hayata geçti. İnsanı mı buğday ehlileştirdi, yoksa buğday mı insanı, bilinmez… Uygarlıklar kuruldu; uygarlıklar çöktü. İnsan, insanı kendine köle etti. Çoklu inançtan tek inanca, çok kültürlülükten tek tipleşmeye, yaban çeşitliliğinden kültürel tekdüzeliğe geçildi. Zenginliğin yerini tek tiplik aldı. Sanat sadeleşti, doğanın zenginliği azaldı.

Ve sonra makineler icat edildi. Teknoloji ilerledi, fabrikalar kuruldu. Barajlar, Bender HES’ler yapıldı; su vadilere hapsedildi. 3,5 milyar yılda oluşan mineraller, birkaç yüzyılda tüketildi. Kimisi zehre zehir saçtı, kimisi atmosfere karbondioksit saldı. Toprak kirlendi, hava zehirlendi. Biyoçeşitlilik yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. İklim değişti, mevsimler kaydı. Toz, gaz ve duman gökyüzünü kapladı. Bu dünyada, insan eliyle başlatılan bir yok oluş süreci başladı.

Bugün, altıncı kitlesel yok oluşa doğru hızla ilerliyoruz. Ve bu kıyameti kendi ellerimizle hazırlıyoruz.

Tarım alarm veriyor; su kıtlığı baş göstermiş durumda. Şu an bir buçuk milyar insan su kıtlığı yaşıyor. Canlı türlerinin çoğu çoktan yok oldu. Kutuplar hızla eriyor; seller, fırtınalar… Bunların hepsi kıyamet habercisi. Ancak toprağın altında uyanmayı bekleyen patlamamış tohumlar, belki de bu kıyametten sonra kalabilir. Belki bu tohumlar yeniden filizlenecek.

Peki ya insan? Kendi yarattığı felaketin içinden nasıl kurtulacak?

Hawar, hawar, hawar! Feryadımız duyulmuyor. Sanki insan yok olmaya yemin etmiş gibi… Dünya, bir avuç tüccarın ve felaket tellalının elinde mahvoluyor. Ve gün gelecek, “Yorgan gitti, kavga bitti.” diyecekler. Doğanın zenginliğiyle taht kuranlar, neyi kaybettiklerini çok geç anlayacaklar.

Bu yok oluşu ancak doğanın bilgeliğiyle büyümüş insanların mirasıyla aşabiliriz.

Eğer deniz oksitlenirse, oksijensiz kalırsa; deniz canlıları ölürse, sular yükselirse, tarım sona ererse, hava solunamaz hâle gelirse, toprağa ayak basılamazsa… İnsan neyle, nasıl yaşayacak?

Belki de hayatta kalmak için umut, doğanın en eski sığınağı olan mağaralarda saklıdır.

Mantarlar… Güneşsiz, oksijensiz, kapalı alanlarda bile yetişebilen nadir gıda kaynakları…

Ve Sarım Havzası… Mağara yaşamıyla tarihin en zorlu süreçlerini atlatmış kadim bir havza.

Merkin Milbog Arkeolojik Alanı, Pıl Pılan Mağarası, Bırqıleyn Mağarası, Kela Herkîn’in derinliklerindeki gizli odalar ve sayısız Geliye Goderne mağaraları… Bunlar, geleceğin yaşam sığınakları olabilir.

Belki de yok oluştan sonra doğa, bir avuç insan ve kalan biyoçeşitlilikle yeniden yeşerecek.

O zaman şu soru akla gelecek “El mi yaman, bey mi yaman?

Ve doğa, insanın yok oluşu üzerine yeniden doğacak. Doğadan bilgeliğini almış insanlarla.

İlginizi Çekebilir

- Reklam -

Son Haberler