Bingöl’de Kültür Mahallesi’yle Eğitim Caddesi’nin kesişiminde bir çam ağacı vardı, bilenler hatırlar. Caddeden Kültür Mahallesi’ne inerken, solda. Orman Müdürlüğü’nün önünde, taksi durağının ve benim evimin karşısında, her gün yürüdüğüm güzergahta. Herkesin önünden geçtiği, belki baktığı ama hiç görmediği, kocaman; dalları hışır hışır, yaşlı bir ağaçtı.
Ağaçtı diyorum çünkü şu anda öyle bir ağaç yok. Geçenlerde öğrendim, yerel bir haber sitesinde; belki de herkesin göz ucuyla gördüğü, okumaya bile tenezzül etmediği ‘sıradan’ bir haberde. Ağacı kesmişler… Sanki hiç öyle bir ağaç yokmuşçasına, sanki kentin hafızasında hiç yer edinmemişçesine… aniden, durup dururken.
Her olayın bir nedeni olmalı elbet, bir sonucu, bir gelişmesi.. Olayı anlamaya çalıştım. ‘Neden kestiler’ dedim, sebebi neydi kentin içinde kendini var eden, kentin sessiz hafızasında, -oralarda bir yerde öylece duran- bu ağacı kesmenin, yok etmenin?
Bu şehirde her sorunun bir cevabı vardır. Her cevabın kendi içinde başka bir sorunu. Ağaç ‘bakımsızdı’ çünkü, böyle yanıt verildi. Şehrin her yanı, dağları, bahçeleri.. Evleri, odaları, yolları, kaldırımları… Böylesine bakımlı bir kentte, böyle ucube, bakımsız bir ağaca yer yoktu, olmamalıydı. Hemen devreye girmiş tabi şehrin ‘bakım muhafızları’, aslında onlar da emir kulu ya.. neyse.. Belediye ekipleri bu bakımsız ağacı kesmiş nihayet..
Belediyenin caddedeki bir ağacı kesmesi –maalesef ki- şaşırtıcı değildi tabi ama benim aklım ‘bakımsız’ kelimesine takılmıştı.
‘Bakımsız’…
Dil derneği bu kelimeyi ‘özen gösterilmemiş, bakılmamış’ olarak tanımlamış. Bizim ağacımız için de doğru bu tanımlama. Ama bu tanım gereği işin içine bir de özne girmesi gerekiyor. Yani bir şeyin bakımsız olması için, birilerinin bakmaması lazım. Birilerinin…
Peki, çam ağacına kim bakmadı?
Ağaca dair aklımdaki en net görüntü 2022 yılının Ocak ayına ait. Bingöl’e uzun zamandır yağmadığı kadar kar yağmıştı. Her sabah küçük bir çocuk gibi uyanır uyanmaz pencere koşup gece ne kadar kar yağdığına bakıyordum. O günlerden birinde Arzu’yla akşam yürüyüşüne çıktık. -İkimiz de akşamları ve yürüyüşleri seviyorduk.- Ben bir yandan hazırladığım video için görüntü arıyordum. Yürürken üzerinde kar biriken ağacı görünce heyecanla “ağacın altına geçip dallarını sallasana” demiştim Arzu’ya. Arzu ağacın altına geçip dallarını salladı, sallanan dallardan karlar döküldü üzerine… Ben video çektim, güldük, üşüdük ve yürüyüşümüze devam ettik.
Belediyenin ağacı ‘bakımsız’ diye kestiğini öğrendiğimde bu sahne canlandı gözümde, devamında birçok şey daha tabi… Bingöl’e dair uzun zamandır düşünmediğim anılarım bir bir kendini hatırlatıyordu bana ağaçla birlikte. Çam ağacının benim için bir hafıza nesnesi olduğunu o an fark ettim. Önünden birlikten geçtiğim kişiler, onlara anlattıklarım, onların bana anlattıkları…
Ağaca göre konumlandırdığım bir Bingöl varmış aslında. Sonra biraz geriye çekildim ve kentin hafıza nesnelerini düşündüm. Bingöl’e durup uzun uzun baktığım o yazdan bu yana kaç ağaç kesildi, kaç park yıkıldı? Kaç yeri değiştirdiler, kaç yeri dönüştürdüler? Kentle bağ kurduğumuz her şeyi nasıl çekip aldılar bizden?
Birdenbire ya da yavaş yavaş olmadı hiçbiri. Tek tek oldu ama, sırayla. Saymaya kalksak bir sürü örnek gelir akla; Saat Kulesi, Dörtyol Parkı, Aşağı Çarşı… Aşağı Çarşı’nın kavakları…
Dönüşüyoruz, kentimiz dönüşüyor. Ama dönüştükçe kendimize ve kentimize yabancılaşıyoruz. Bize dair, kentimize dair her şey yok oluyor (ediliyor) sırayla..
Devamı ‘gelecek’…
YORUMLAR