Tilya Şen
Kadın olmak, dünyaya gelmek değil, sürekli bir mücadele içinde var olmaktır. Daha çocukluktan itibaren sınırlar çizilir, roller biçilir, hayatı nasıl yaşayacağı öğretilir. Oysa kadınlar öğretilenle yetinmez, sınırları aşar, rolleri yıkar ve kendi hikâyelerini yazarlar. Ne zaman özgürlüğü seçseler, tehdit olarak görülürler. Ama tarih, bu kadınların değiştirdiği bir dünyayla doludur. Onlar bilim insanı, sanatçı, yazar, aktivist, öğretmen, işçidir. Kadınlar özgürlüğü seçtiklerinde önce yadırganır, sonra dışlanır, en sonunda tehdit olarak görülürler. Simone de Beauvoir, “Kadın doğulmaz, kadın olunur,” derken kadın kimliğinin toplumsal kodlarla şekillendiğini anlatıyordu. Erkek egemen toplumda kadınlardan beklenen, “uyumlu” olmalarıdır. Kadınlar ise bunu reddederek kendi yollarını çizdi. Tıpkı Füruğ Ferruhzad gibi…
İranlı şair Füruğ, yazdığı dizelerle topluma meydan okudu. Kadınların aşkı, özgürlüğü ve arzuyu açıkça ifade etmesini günah sayan bir toplumda, “Benim günahım neydi?” diye sordu. O, sadece bir şair değil, kadınların özgürlük mücadelesinin bir sembolü oldu. Kadınlar, sanatı yalnızca kendilerini ifade etmenin bir yolu olarak görmedi; sanatla dünyayı değiştirmeye çalıştı. Frida Kahlo’nun otoportreleri, sadece kendisini resmetmek değil, kendi acısını, kimliğini ve varlığını ortaya koymak anlamına geliyordu. Georgia O’Keeffe “Ruhumu kâğıda dökmek istedim ama kimse benim gördüğümü görmedi” diyerek, sanat dünyasında kadınların nasıl arka plana atıldığını gösterdi.
Kürt kadınları için de sanat ve direniş birbirinden ayrı düşünülemez. Dengbêjlik geleneği, yalnızca bir hikâye anlatıcılığı değil, aynı zamanda bir hafıza aktarımıdır. Erkeklerin egemen olduğu dengbêjlik kültüründe kadınlar da güçlü bir yer edindi. Dengbêj kadınlar, aşkı, acıyı, sürgünü ve direnişi anlatarak, Kürt halkının tarihini kuşaktan kuşağa aktardı. Ayşe Şan, bu gelenekten gelen en önemli kadın seslerinden biriydi. Hem sesiyle hem de mücadelesiyle Kürt kadınlarının kimlik ve sanat yolculuğunda öncü oldu. Erkeklerin yön verdiği müzik dünyasında bir kadın olarak var olmak, onun için büyük bir mücadeleydi. Ancak Ayşe Şan yılmadı; yasaklara, dışlanmalara rağmen Kürt müziğinin en güçlü kadın seslerinden biri olarak tarihe geçti.
Kadınların üretimdeki yeri tarih boyunca göz ardı edilse de aslında toplumsal yaşamın en önemli taşıyıcılarından biri oldular. Tarımdan dokumaya, sağlık hizmetlerinden gıda üretimine kadar pek çok alanda kadın emeği belirleyici oldu. Ancak kadınların üretime katkısı çoğu zaman görünmez kılındı. Kadın mücadelesi yalnızca sosyal haklarla sınırlı kalmadı; doğa ve ekolojiyle de birleşti. Kapitalizm, kadın emeğini nasıl sömürdüyse, doğayı da aynı şekilde metalaştırdı. Kadınlar ise üretim süreçlerine ve doğanın korunmasına sahip çıkarak, ekolojik mücadelenin öncüsü oldu. Vandana Shiva, doğanın sömürüsünün kadınların sömürüsünden ayrı düşünülemeyeceğini söyledi. Wangari Maathai, doğayı korumanın kadınları korumakla eşdeğer olduğunu gösterdi. Hasan Keyf’ten Kaz Dağları’na, Munzur sularından Ege’nin zeytinliklerine kadar doğayı savunan kadınlar, sadece kendi bedenlerini değil, doğayı da savundu böylece. Kadınların tarımdaki yeri de ekoloji mücadelesiyle doğrudan bağlantılı oldu. Kadim tarım bilgisi, büyük ölçüde kadınlar tarafından korunarak günümüze taşındı. Gıda üretimi ve sürdürülebilir tarımda kadın emeği, endüstriyel tarım politikalarına karşı bir direniş noktası oluşturdu. Yerel tohumları koruyan kadın çiftçiler, ekolojik üretim biçimlerini sürdürerek doğayla uyumlu bir yaşamın mümkün olduğunu gösterdi. Kadınlar yalnızca eşitlik ve adalet için değil, daha yaşanabilir bir dünya için de mücadele etti. “Devrim, en çok kadınların omuzlarında yükselir” çünkü onlar direndikçe sadece zincirler kırılmadı, aynı zamanda yeni dünyalar kuruldu.
Teknoloji ve yazılım dünyasında da mücadelenin içerisinde yer alan biri olarak şunu söyleyebilirim ki yazılım ve IT projeleri gibi STEM alanları hâlâ erkek egemenliğinde olsa da, kadınlar bu alanda var olma mücadelesi veriyor. Ada Lovelace’ten günümüz kadın yazılımcılarına kadar kadınların katkıları çoğu zaman gölgede bırakıldı. Ancak günümüzde kadın mühendisler, yazılımcılar ve teknoloji liderleri, sadece sektörde yer edinmek için değil, daha eşitlikçi bir dijital dünya kurmak için de çalışıyor. Kadınların teknolojiye erişimi ve STEM alanlarında temsili arttıkça, yalnızca sektör değil, tüm toplum dönüşüyor.
Kadın mücadelesi sadece bireysel özgürlükle sınırlı kalmadı, feminist hareketle birlikte toplumsal değişimin öncüsü oldu. Feminist kadınlar, yüzyıllardır sadece kendi hakları için değil, bütün ezilenlerin özgürlüğü için de mücadele etti. 19. ve 20. yüzyılda oy hakkı için sokaklara çıkan kadınlar, bugünün kadın hareketine ilham verdi. Aynı zamanda cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği mücadelesini de kapsıyor. LGBTİ+ kadınlar, hem toplumsal cinsiyet normlarına hem de cinsel yönelimleri veya kimlikleri nedeniyle çifte ayrımcılığa maruz kalıyor. Feminist hareket, kadınların özgürlüğü için mücadele ederken, bu mücadelenin heteronormatif kalıplarla sınırlandırılamayacağını da gösterdi.
Bunun yanı sıra Kürt kadınları da feminist mücadelenin önemli bir parçası oldu. Kürt kadın hareketi, yalnızca kadınların hakları için değil, aynı zamanda toplumsal adalet için de mücadele eden bir yapıya dönüştü. Bugün birçok Kürt kadın aktivist, kadın özgürlüğünü halkların özgürlüğüyle birleştirerek yeni bir mücadele hattı yaratıyor. Bilimde, sanatta, sokaklarda ve tarlalarda mücadele eden kadınlar, yalnızca kendi özgürlüklerini değil, tüm toplumun özgürlüğünü de inşa etti. Onların cesareti, eşitliğin ve adaletin yolunu açtı; direnişleri sayesinde tarih yeniden yazıldı ve geleceğe umut ekildi.
Bugün hâlâ dünyanın birçok yerinde kadınlar, temel hakları için savaşmak zorunda. Ancak her direniş, her yükselen ses, yeni bir dünyanın kapısını aralar. Kadınlar, ne kadar bastırılmak istense de susmadı; susturulmak istendikçe daha gür haykırdı. Onların mücadelesiyle karanlık duvarlar yıkıldı, yasaklar aşıldı, zincirler kırıldı. Her isyan bir umudu, her adım bir devrimi doğurdu. Kadınlar sustuğunda dünya yalnızca sessizleşmez, özgürlüğünü de yitirir. Ama kadınlar konuştuğunda, direndiğinde, mücadele ettiğinde dünya değişir, eşitlik filizlenir, adalet yeşerir. 8 Mart, sadece bir anma günü değil; kadınların nasıl bastırılmaya çalışıldığını ama her seferinde küllerinden doğarak nasıl ayağa kalktığını hatırlatma günüdür. Bugün, geçmişin direnişini, bugünün mücadelesini ve yarının özgürlüğünü selamlama günüdür. Çünkü kadınlar varsa, mücadele vardır; mücadele varsa, değişim kaçınılmazdır!
Bijî têkoşîna jinan!
Yaşasın kadın mücadelesi!